black and white bed linen

Öyküler

Bilim kurgu ve fantastik öykülerle dolu bir dünyaya adım atın!
Bazıları seçki ve yarışmalarda dereceye girmiş pek çok öyküyü aşağıda bulabilirsiniz.

12. YBKY Kısa Öykü Yarışması ikincilik ödülü

“Efendim, birbirini tetikleyen ve sistemin kırmızı kod vermesine neden olan hataların kaynağını bulduğumuzu düşünüyoruz.”

Viski olan elimle bir jest yapıp, devam etmesini istiyorum. Jesti yanlış anlıyor. Elimden içkiyi alıp, kafasına dikiyor. “Teşekkür ederim, efendim!” diyor, şuursuz.

Kayıp Rıhtım “Evliya Çelebi Temalı Öyküler” seçkisi

“Bir saat, son saniyeyi ölçtüğünde mi ölür, yoksa son demlerinde yavaşlayıp, artık zamanı doğru düzgün sayamazken zaten ölmüş müdür? Bir bestekâr artık yeni besteler yapamadığında, bir gezgin artık gezemediğinde çoktan ölmüş olmaz mı? Peki şu durumda ben, canlı mıyım, ölü mü?”

Gittikçe artan ısıda, yavaş yavaş kıvama gelen kurbağa hangi noktada çığlık atmaya başladı? İş işten geçtikten sonra, insanlar gizlice organize olmaya başlamadan önceydi. Demokratik yapının gereğini yerine getirerek başladılar: İmzalar topladılar, alanlara çıktılar, artık iyice zorlaşan hayat şartlarını protesto ettiler. Karşılığını almakta da gecikmediler..

Rüzgâr alttan atkısını kucakladı, bir anda çalıverdi. Günah kokan anılarından sıyrıldı Yusuf; gecenin, soğuğun, kâbusunun içine geri döndü. Havada uçan atkıyı, ancak yere, kardan adamın hemen dibine inerken görebildi. Bir küfür daha... Soğuktan güç bela hareket ettirebildiği elleriyle sigarasına ulaşmaya çalıştı, yapamadı.

YBKY Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2019

Oturma odasına girdiğim anda içerideki hava değişti. Havadaki koku inanılmaz ağırlaştı, zor nefes almaya başladım. Dünyanın yeni kızılı, yerini mide bulandırıcı pembemsi bir renge bırakırken, tüm kaslarımın kasılıp kaldığını hissettim. Katil burada olmalıydı! Görüşüm ve tüm diğer duyularım kapanırken, kendimi adeta ölümün kollarına bıraktım.

YBKY Dergisi Mart 2020 Sayısı

Yüksek tavanlı, penceresiz, neredeyse boş bir oda. Ortasında duran zayıf, pespaye adam, çeşitli yerlerinden zincirlenmiş. Yüzüme önce anlamsız bakışlar atıyor, sonra birden gözleri açılıyor. İçine çektiği derin nefesle birlikte baştan ayağa gerildiğini hissediyorum. “Git buradan!” diye bağırıyor. Sakince yanına yaklaşıyorum, “Bana zarar vermeyeceksin.” Diyorum. “Değişme, aç değilsin. Değişme.” Sakinleşmeye başlıyor..

Karanlık bir rüyaya daldım. Mahallede yürüyen bir çift ayağa doğru bakıyordum. Ancak zemin balçıkvari bir çamurla kaplıydı. Kötü bir koku hissi rüyaya hakimdi. Binaların sokağa bakan pencerelerinden sızan buharın, o evlerde yaşayanların kokusuydu bu. Arada bir camlarda beliren suretler, yaşayan varlıklardan çok, ayaklanmış cesetleri andırıyordu. “Mahalle bu kadar iğrenç tasvir edilebilir” diye düşündüm. Rüyanın sahibi kendi ayaklarına bakıyor gibiydi. Giydiği pantolonun yarısı yanık, altından görünen bacağı ise resmen kavrulmuş görünüyordu. Topallamasının sebebi bu olmalıydı.

Deniz canlıları pek konuşkan değildir; çenesi düşük, dedikoducu makaslar, ruh hastası, dansa ve şova meraklı ahtapotlar, tez canlı levrek yavruları ve kafa göz girişmeden önce küfür eden, bölgeci kerpeler dışında… Bu balıklar da orfozun planına, yine sadece kafa sallayarak cevap verdiler. Ardından herkes başını kendi yolunun doğrultusuna çevirdi ve organize bir şekilde uzaklaşmaya başladı.

9.YBKY Kısa Öykü Yarışması birincilik ödülü

Kızım arayıp, gelmesini isteyip istemediğimi sordu. Yarım ağız gerek olmadığını söyledim. “Tamam, sonra konuşuruz.” deyip kapattı. Yüz yıl ve üzeri çocuk-ebeveyn ilişkileri üzerine kitap yazıp ayrılsaydım keşke, dedim. İçimden.
Beynimin durmasını engelleyen hapları ağzıma atıp, erkenden yattım. Huzursuz uykumda, rüyamda hiçbir parçası değişmemiş, daha yaşlı ama daha güçlü bir versiyonumdan bir temiz dayak yedim…

Oldum olası örümceklerden korkardı; ama ne korkmak! En ufak, gözün görüp de “tozdur bu, toz!” diyeceği kadar ufak, bir karıncanın yanında kendini yabancı hissetmeyeceği kadar ufak, kumandanın güç tuşu, sağ omzundaki ben kadar ufak bir örümcek görmeyedursun, anında tüm tüyleri diken diken olur, sinirleri tel tel gerilirdi.

Bilmem kaçıncı sayfaydı, bir hikâyenin ortası, belki yeni bir dünyanın girişiydi hatırlamıyorum. Güneşle, kitapla, öyküyle, Bradbury ile arama bir şey, daha doğrusu birisi girdi. Kafamı kaldırdım, “ak sakallı dede” yüzünde bir parça tebessümle bana doğru bir adım daha attı. İçinde bulunduğum hayâl dünyasından güç bela gerçekliğe döndüm.

Gün tüme karışmış bulanık, yağlı, isli, sisli, soslu, kirli, mikroplu, adi, bayat, sı, kı, cı günlerden alelade bir tanesi. Cemal, birlikte oksijen yutup karbondioksit tükürdüğü geriye kalan on sekiz milyonun çalışan kısmı içinde, sabahın erken saatlerinde kalkmış insanlara özgü gözaltı torbaları mürdüm eriği, ruhun feri sönük bakışlarına rağmen gözleri faltaşı gibi açık, siparişi kontrol ediyor, bir kez daha. Lalezar Apartmanı numara on iki. Tarif sormasına gerek yok, gayet iyi bildiği bir muhit.

7. YBKY Kısa Öykü Yarışması üçüncülük ödülü

Başka tuhaflıklar da var. Kaldırıma kendimi attıktan sonra kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Saat kaç? Güneşin tepelerde bir yerde olması gerektiğinden eminim; ama değil. Havanın kararmaya yüz tutmuş, alacalı rengi karşısında şok geçiriyorum. Her şey değişiyor, her şey!

Bilinen evrenin sınırları dışında, bilinen-bilinmeyen her şeyin ortasında mutlak bir hiçlik noktası vardı. Öyle bir nokta ki, en küçük iğnenin ucundan bile daha küçük, görünen tüm siyahlardan daha siyah, yoklukla kaplı zifiri bir karanlık. Tüm evrenin kendisinden an be an uzaklaştığı başlangıç noktası ve yine tüm evren içinde hareket etmeyen, uzayın ve zamanın donakaldığı tek yer.

“Bu nasıl olur? Kapı… Kapıya ne oldu?” Kedinin gözleri üzerimdeydi. “Bir yalan söyledim ve tüm dünya buna inandı. Bir rüya oldum ve herkes bunu gördü. Uyanamadıktan sonra bir rüyayı gerçeklerden nasıl ayırt edebilirsin?” Dudaklarımı gıdıklayan tuzlu terin tadını hissettim. Etimi sertçe çimdikledim; uyanmak, kendime gelmek istiyordum.

“Karabasan,” dedi, “benim varlığıma verdikleri isimlerden yalnızca birisi.

“Mars’da hayat” planları hızla incelendi ve aynı hızda çöpe atıldı.

Bir kere Mars’da kalıcı bir yaşam oluşturabilmek için gerekli alt yapının kurulması, ilk insanların yaşamaya başlayabilmesi için gereken süre içerisinde, dünyanın çoktan sular altında kalacağı öngörülüyordu. Diğer yandan, yapılan detaylı araştırmalar, kaynak incelemeleri ve hesaplamalarla, nüfusun on binde birini dünya atmosferinin üzerine çıkarmak için bile yeterli doğal kaynak olmadığı ortaya çıktı.

Eli göğsüne gitti, yere düştü. Yüzü kıpkırmızıydı, ateşinin kırk üç dereceye kadar çıkması gerekiyordu. Ağzından ve burnundan istemsizce salgıladığı sıvılar yavaşça akıyordu. Tüm dikkatim belirtilerdeydi. Kalp krizi diğer belirtilerle birlikte olmalıydı ama süreçte bir hata yapmıştım. Annemin yüzüne baktım, izlemeye devam ediyordu. Sakince kalkıp telefona yöneldim.

Camı gürültüyle açıp, kafamı temiz ve buz gibi havaya uzattım. Rüzgar perçemimi bir yokladı önce. Sonra kükredi; kulaklarımda, en derin mağaraların en karanlık yerlerinde sürünen, kötü niyetli şeylerin derin uğultularını duydum. İçim titredi.

Adam otuzlarında, muhtemelen kimsesiz, evsiz bir garibandı. Üzerinde kimlik bile bulamadılar. Kaza anında ellerini kendine siper etmeye çalışmış olmalıydı. Ellerinden biri kırılmadan önce, ön cama öyle sert çarptı ki, cam tam çarptığı yerden un ufak oldu. Çarparken ki yüz ifadesini, saniyenin kim bilir kaçta biri süresince görebilmişimdir; ama hâlâ çok net hatırlıyorum.

Beni tam olarak neyin uyandırdığını bilmiyorum. Belki sabah ezanının sesi, belki dün yaşadığımız tuhaf ve stresli gündü; ama ne olursa olsun, yataktan kalktığımda kendimi dinç hissediyordum. Soğuktu; yine de balkon kapısını açtım ve yüzüme sertçe vuran soğuk havayı derin bir nefesle içime çektim. Aslında leş gibi, yoğun kıvamlı pis bir koku bekliyordum. Oysa beklediğimin aksine kötü kokmuyordu. Bunun yerine soğuk ve sert esen rüzgârla karşılaştım.

Mezarlıklar her zaman ürkütücüdür…

Onu uyandıran duyduğu bir ses miydi, yoksa rüyası mı? Yoksa mezarlık bekçisi nihayet görevinin başına mı gelmişti? Yavaşça doğruldu. Uykulu gözlerle ve kemiklerine kadar hissettiği bir soğuk eşliğinde titreyerek etrafına bakındı. “Hareket etmem gerekiyor.” diye düşündü. Ayağa kalktı, gerindi. Ve tam o anda kulağına gelen bir sesle yüreği ağzına geldi!

Arkadaşları ile oynadığı oyunların çoğunu kaybetti, kazansınlar diye. Bilgisayar oyunlarında çok iyiyken, arkadaşlarına karşı oynadığı oyunlarda bu kadar kötü olmasını garipsiyor olsalar da kimse bundan bahsetmedi. Yakar topta hep kötüydü, futbolda hiç forvet olmadı, baskette potayı tutturamadı. Susadıklarında, acıktıklarında ya da canları oyuncakları ile oynamak istediğinde, üşenmeden eve gitti, ne istiyorlarsa aldı, getirdi onlara.