Öykü


Bulaşıcı Sessizlik
Yazar: Eren Kasapoğlu
Görsel: Etkin Kıraşı Dağar
Tarih: 18 Mayıs 2021
Not: Sevgili Etkin'e, müthiş çizimi için teşekkürlerimle…
“Mesela, on dört yaşında hayatınızdan eksilen en önemli sıkıntılardan biri, külahta dondurma yeme güçlüğüdür. Çocuksu masumiyetten verilen ödünün bir göstergesidir bu sıkıntı, sizi bambaşka düşünmeye sevk eder. Daha önceki düz mantığınız, karşılığını verip, satın aldığınız dondurmayı acele etmeden yiyebileceğinizi söylerken, parmağınıza akmaya başlayan nankör eriyik, size yapış yapış bir hayat dersi verir: Erimeden, hızla ve kontrollü bir şekilde ye!”
Sustum.
Bana artık daha tuhaf bakmaya başlayan bir memure ve iki memura kısa bir bakış attım. On dört yaşında bir çocuğa nasıl davranacaklarından bihaber olmaları bir yana, sıra dışı düşünce ve sözlerimden sonra kafalarının iyice karıştığını görebiliyordum.
Spor çantam odadaydı. İzin isteyip, spor çantamdan çizim defterimi ve rengarenk desenli kalemimi çıkardım. Bir şeyler çiziktirmeye başlarken, konuşmaya devam ettim…
“Ne alakası var demeyin, bu yaşta da hala bir sürü önemsiz detay, beynimizi tırmalayıp duruyor. Şey, benim doktorların deyişi ile “sıra dışı” olan beynimi biraz daha fazlası tırmalıyor ama olsun. Mantığı anladınız.
O gün annemle birlikte gittiğimiz dondurmacıda, dondurma toplarından birini yere düşüren çocuğuna bas bas bağıran adamı gördüğümde, dondurma yemeye karşı olan tüm odağım ve isteğim kayboldu. Parmağıma doğru, çıngıraklı yılan kıvraklığı ile süzülen dondurmayı görmezden gelerek, önümdeki sahneyi izlemeye devam ettim.
Çocuk içli içli ağlıyordu. Baba bir, iki laf daha edip, nihayet hırsını almış olacak, sandalyesine geri çöktü. Görünüşü benzemese de huyu babama benzeyen adama karşı içimde bir anda büyüyen tiksinti ve nefreti anlatamam. Hikâyeme bu olaydan başlamamın nedenini söylemiş oldum; içimde yükselen duygular bana, belki de o güne kadarki en büyük kararı verdirdi.
Sırt çantamdan, dikkatlice Küçük Prens kitabını çıkardım. Sayfa otuz. Anneme bir yan bakış attım. Gözleri büyümüş bir şekilde, kafasını hafifçe sağa-sola sallıyordu; ama umursamadım. Çantamın ön gözünden gözlüğümü çıkarıp, taktım. Gözlerimi adama sabitleyip, üç kez hızlıca göz kırptım. Kitabın otuzuncu sayfasındaki tozları, babayla çocuğun oturduğu masaya doğru sertçe üfledim.” Annem aklıma gelince sustum. Çizimime odaklanmaya çalıştım.
“Annemin konuşamadığını biliyorsunuz, değil mi? Doğuştan böyle değildir. Dili bizzat babam tarafından kesildi. Sessizlik uğruna. Sessizlik… önemlidir.” Yutkundum.
“Anlatmak istiyorum… Bundan üç sene kadar önce, babamın bir sokak köpeği üzerinde yapmaya çalıştığı deney yüzünden, evde fena bir kavga patlak verdi. Artık kullanmadığımız küçük televizyonu sökmüş, devre kartlarındaki tüm elemanların görevlerini, internetten tek tek aratarak anlamaya çalışan ben, başlarda bu kavganın gürültüsüne pek aldırmadım.
Annem, salondaki bir abajuru yere atıp kırdığında, ister istemez dikkatim kavgaya kaydı; çünkü babam son derece sert bir adamdır. Evin en büyük disiplin kaynağı, tek otoritesidir ve kolay kolay evin içinde ses yükseltilmesine dahi tahammülü yoktur. Derhal annemin üzerine yürüdü, ona sert bir tokat attı. Dudağı kanamasına ve ağlamaya başlamasına rağmen, annem geri adım atmadı. Şiddetle bağırarak, babama hakaret etti.
Bundan sonrası biraz bulutlu. Babamdan bir çok kez dayak yemiştim ama annemin fiziksel şiddete maruz kaldığına ilk kez şahitlik ediyordum. Annemi saçından tutup, odasına sürüklediğini hatırlıyorum. Annemin sesini bir daha hiç duymadım. Odadan gelen, babamın ara sıra bağırarak yaptığı konuşmanın boğuk uğultusunu, bir gök gürültüsü gibi derinden, güçlü ve korkutucu sesi asla unutamıyorum. Ve bir kelimeyi tekrar tekrar, bağırarak, evin duvarlarına kazımaya çalışırcasına söylüyordu… SESSİZLİK! Babamın en büyük derdi, sessizlik. Kendi tabiriyle en basit isteği, bir türlü gerçekleşmeyen, ufacık dileği. Belki de onun deliliği ki benim de ilham aldığım, hayatıma, hayatımıza yön veren bir delilik.”
Sinirlerim iyice bozulmuştu. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Büyük işler başarmak için büyük emekler yetmez, büyük fedakarlıklar da gerekir. Ağlamamak benim fedakarlıklarımdan biridir. Durumumu fark eden memurlardan biri su getirmek üzere odayı terk etti. Anlattıklarım yüzünden kafaları karışmış olmalıydı ki, her şeyi anlatmadığım için normaldi. Kafamı toplamaya çalıştım. Benim için en zor kısmı geçmiştik; derin bir nefes aldım ve anlatmaya devam ettim.
“Annem polise gitmedi, babama karşı bir tepkide bulunmadı; ama hayatından sesi temelli çıkaran adama ve hatta genel olarak hayata karşı bir daha da gülümsediğini görmedim.
İşte o gün, annemin sessiz itirazına rağmen Küçük Prens’in otuzuncu sayfasına özenle yerleştirdiğim toz zerrecikleri, nefesimden kaynaklı kinetik enerji ile hayat buldu.”
“Quarkoid’in ne olduğunu herhalde hepiniz biliyorsunuzdur? Bir toz zerresi büyüklüğündeki minik, basit görev zincirine sahip robotcuklar. Babamın, karşılığında devletten hem ödül hem de ömür boyu teşvik aldığı, yeni dönem mikro cerrahinin yapı taşları. Ülkemizde şu ana kadar yapılmış en büyük icat olarak bilindiği için, duymuş olabileceğinizi düşündüm.”
Evet, biliyorlardı. Hepsinin onayını alınca sevindim, Quarkoid’i uzun uzun anlatmama gerek olmayacaktı. Yine de, bundan sonraki kısım yüzünden biraz gergin hissediyordum. Kamerayı, tam olması gereken yerde, sorgu odasının bir köşesinde buldum. Parmağımla gösterip “Kayıt ediyor mu?” diye sordum. Yine evet yanıtını aldım. Kamerayla bakıştığımız kısa bir sessizlik oldu, ardından devam ettim.
“Burada kullandığım teknolojinin asıl mimarı babamdır. Onun Quarkiod’leri tıp alanında kullanıladursun, henüz paylaşmadığı, test aşamasındaki yeni nesil Quarkoid’ler, hastayı ayakta tedavi etmek, teşhis, tanı ve hatta basit tedavi işlemlerini yapmak üzerine tasarlanmıştı. Diğer yandan ben, normal bir çocuğun okuma-yazma öğrendiği yaşta, arka planda çalışan yazılım kodlarını ve genel olarak kod yazma mantığını çoktan kafamda oturtmuştum.
Babamın iş disiplini müthiştir. Sistemli ve planlı, düzenli çalışır. Aşırı yüksek zekâmı ve öğrenme hırsımı fark ettiğinde, yaptığı iki şeyden biri beni okuldan alıp, özel bir eğitim programına sokmak, diğeri de yaptığı işleri, düzenli olarak bana anlatmaktı. Birkaç firkim epey işine yaramıştır. İlk fikrimi duyduğunda çok etkilenmiş, evdeki kişisel laboratuvarının bir anahtarını da bana vermişti ve artık neredeyse her gün, en az iki saatimi orada geçiriyordum.
Bir ek bilgi vereyim size. Quarkoid kendi başına hiçbir işe yaramaz. Bir görevi gerçekleştirebilmeleri için, en az bin tanesini bir arada kullanmanız gerekir. Cerrahi bir işlemde bu sayı daha da fazladır; aslında tüketecekleri enerji ile kullanım sayıları doğru orantılıdır.. Mutualist bir yapı benzerliğinde çalışırlar; hem enerjiyi, hem de kendilerine verilen görevin adımlarını ve yapacakları seçim ve karar işlemlerini, her şeyi paylaşırlar.”
Artık çizmeyi bitirdiğim şekillerin içini karalıyordum. Derin bir nefes aldım ve devam ettim.
“Quarkoid’lerin yazılım dili, çalışma mantığı ve başarılı uyumları etkileyiciydi. Aklımdaki tasarımı kurmak ve projelendirmek yaklaşık üç ayımı aldı. Takip eden altı ay sonunda ise yazılımı tamamlamış, ilk testleri yapabilecek noktaya gelmiştim. Uygulama ile direkt bağlantılı bir akıllı arayüz hazırladım ve babamın bana aldığı, en çok sevdiğim hediye olan, akıllı gözlükte kullanabileceğim hale getirdim.
İlk gerçek testimi evde gerçekleştirdim.
Yeni Quarkoid’ler, yarattıkları manyetik alan sayesinde kısa mesafeleri havadan gitme yeteneğine sahiplerdi. Sadece ilk hareketin dışarıdan verilmesi gerekiyordu. Ancak benim bir fikrim daha vardı.
Yüksek iletkenliğe sahip gümüş tozu ile Quarkoid’leri karıştırıp, bir miktar toz haline getirdim. Bu şekilde Quarkoid’lerin başlangıç enerjileri, gümüşle girdikleri manyetik etkileşimden dolayı yaklaşık iki kat fazla olacaktı. Gözlüğüm aktif bir halde, salonda kahvesini yudumlarken kitap okuyan babamın yanına gittim. Annem sessizce pencere kenarından dışarıyı izliyordu. Babama gözlerimi sabitledim ve üç kez gözlerimi kırptım. Gözlük ekranının bir köşesi kızardı, Quarkoid’lerin hedefi belirlenmişti. Elimdeki tozu babama doğru sertçe üfledim.
Ne olduğunu anlamadan, boş boş yüzüme baktı. Yerde parıldayan gümüş tozunu görünce sinirlendi. “Ne halt ediyorsun sen?!” diye bağırdı. Ses çıkarmadım. “Gözlüğünü çıkar.” dedi sakince. Dayağının bile bir düzeni vardı. Elim gözlüğüme giderken, dikkatle izliyordum. Yüzü hafifçe kızarmıştı. Farkında olmadan burnunu çekti. Gözlüğü kenara koydum, yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. Vakit kazanmak için özür dileyecekken, seri bir şekilde ayağa kalkıp, yüzüme bir tane patlattı. İstemsizce anneme doğru dönen yüzüm, onun ifadesiz bir şekilde bizi izleyen bakışlarıyla karşılaştı. Babamın “eseri” ile sessiz bir an boyunca bakıştık. Ben ikinci tokadı bekliyordum; oysa babam ömründeki son tokadını atmıştı.
Eli göğsüne gitti, yere düştü. Yüzü kıpkırmızıydı, ateşinin kırk üç dereceye kadar çıkması gerekiyordu. Ağzından ve burnundan istemsizce salgıladığı sıvılar yavaşça akıyordu. Tüm dikkatim belirtilerdeydi. Kalp krizi diğer belirtilerle birlikte olmalıydı ama süreçte bir hata yapmıştım. Annemin yüzüne baktım, izlemeye devam ediyordu. Sakince kalkıp telefona yöneldim.”
Çizimim bitmişti. Kalemin arkasını çevirdim ve çizmiş olduğum basit barkodlar üzerinde tek tek gezdirdim. Anlattıklarımın şoku odadaki yüzlere hakimdi. Sona yaklaşıyorduk.
“Babam öleli neredeyse yıl oluyor. O günden sonra yazılımı düzelttim ve geliştirmeye devam ettim. Test alanım dünyanın ta kendisiydi. Dışarıda bağıran, şiddet uygulayan, kıran, döken bunca insan varken, denek bulmakta hiç güçlük çekmiyordum. Görevleri bitince, kendilerini solunum sistemi ile vücuttan dışarı atan ve olabildiğince uzaklaşan Quarkoid’ler sayesinde, babam da dahil deneklerimde hiçbir iz kalmıyordu. Birkaç tane, birbiri ile tıpa tıp aynı ölümden sonra, ilk salgın haberleri çıkmaya başladı; çünkü Quarkoidlerim işlerini icra ettikleri vücuda, aynı anda özel bir tür grip virüsü bulaştırıyorlardı.” Hedef saptırma… Gülümsedim.
“Basit bir kısa devre mantığı ile Quarkoid’lere ilk hareket enerjilerini sağlamayı başardım. Ayrıca ek bir parça kod, enerji kaynaklarını düzenli araştırmalarını sağladı. Bu ise onlar için daha uzun ömür anlamına geliyordu.
Bizim laboratuvar da dahil, şehir genelinde toplam dört adet üç boyutlu yazıcı vardı. Hepsine tek tek uzaktan ulaştım ve Quarkoid üretimi için gerekli veriyi yükledim. Ölü saatlerde sakince işlerini yaptılar.”
Artık sessiz olan odaya bir göz gezdirdim. Görevlilerin hepsi ölmüştü. Kameraya döndüm:
“Yani anlayacağınız, sırf bu kayıt için kendimi ihbar ettim. Yüzümün görülmesi pahasına ve hatta bir karakol dolusu insanın ölümü pahasına da olsa, kendi yapacağım herhangi bir kayıttan çok daha etkili olacağını biliyordum. Kayıt sırasında ölen üç görevli, söylediklerimin ispatıdır.
Bu şehir başta olmak üzere, dünya artık sessizliğini ve düzenini koruyacak. Bunu ben değil, bu kaydı alan sizler sağlayacaksınız. Bulaşıcı Sessizlik diyeceksiniz adına ve şiddet uygulayan, bağıran, küfür eden, kısacası şehri sarmış her türlü mikrobun başına geleceklerin belgesi olarak göstereceksiniz. Bulaşıcı Sessizlik her yerde, hepinizin arasında yayılmaya ve yayılma alanını genişletmeye devam edecek.” Kısa bir ara verdim ve son sözlerimi söyledim.
“Çevreden, toplumdan, sözüm ona ahlaktan, dini kurallardan, politikalardan ve hatta hepinizin lafta kabul ettiği ama işine geldiğinde şekilden şekle soktuğu kural ve kanunlardan etkilenmemiş, on dört yaşındaki zeki bir kız çocuğunun, safi şiddete karşı bir eylemidir bu. Bundan sonrası sizlere kalmış.”
Oda, tahmin ettiğim üzere kilitli değildi. Yavaşça kapıyı açtım ve çıktım. Kamera kaydı yaklaşık üç gün bulutta durduktan sonra, pek çok farklı birime e-posta olarak gönderilecekti. Tüm dünya kim olduğumu ve neye benzediğimi bilecekti. Kendimle ilgili bir sıkıntım yoktu; aslında tek zayıf noktam, başına gelenlerden ve yaptıklarımdan dolayı artık çıldırmanın eşiğine gelmiş annemdi ve bu problem de karakolda kendiliğinden çözülmüştü. Kağıda özenle işlediğim barkod benzeri işaretler, kalemimdeki okuyucu tarafından algılanmış, karakol içine çoktan yayılmış olan Quarkoid’leri harekete geçirmişti.
Yolda annemin cansız bedeni ile karşılaştım. Bu sefer ağlamamak daha kolay olmuştu. Zaten hayatının son senelerini canlı bir varlıktan öte, bir zombi gibi yaşamıştı.
Kendime yeni bir kimlik yaratacaktım. Öncesinde ise fiziksel görüntümü değiştirmem gerekiyordu. Acısız ve bir-iki güne yayılacak uzunca bir süreç sonunda, Quarkoid’ler yüzüme yeteri kadar estetik yapacaktı. Derimin altında verdikleri karıncalanma hissini şimdiden hissediyordum.
Karakoldan hızlıca çıktım. Yeni dünyanın ilk gününe, ilk adımımı attım. Her adımda artan bir umut ve bu umudun körüklediği kararlılıkla, eve doğru yürümeye başladım. Ağzı aralık sırt çantamdan, üzerinde oturduğu tozlu gezegenden bana, gülümseyen gözlerle bakan Küçük Prens’i hissedebiliyordum.