Öykü


Örümcek Korkusu
Yazar: Eren Kasapoğlu
Tarih: Nisan 2020
Uzunca bir aradan sonra yazdığım ilk gerilim öyküsü.
Öykü görselini hazırlayan (ve öyküye bir anlamda kendi yorumunu katan) Etkin Kıraşı’ya sonsuz sevgi ve teşekkürlerimle…
Irina ile en büyük korkusunun arasına minicik bir örümcek sığabilirdi.
Oldum olası örümceklerden korkardı; ama ne korkmak! En ufak, gözün görüp de “tozdur bu, toz!” diyeceği kadar ufak, bir karıncanın yanında kendini yabancı hissetmeyeceği kadar ufak, kumandanın güç tuşu, sağ omzundaki ben kadar ufak bir örümcek görmeyedursun, anında tüm tüyleri diken diken olur, sinirleri tel tel gerilirdi.
Korkusu, onun bu konudaki gözlem yeteneğini de hassaslaştırmıştı. Etrafta, dışarıda ya da bir arkadaşının evinde, o ana kadar hiç kimsenin fark etmediği, görmediği kıyı ve köşelerdeki minik canlıları ya da onların mucizevi geometrik tuzaklarını hemen fark ediyordu.
Kaç kez bu konu yüzünden arkadaşları ile arasının bozulduğunu hatırlamıyordu bile. Bulundukları ortamda radarına takılan örümcek, hele ki yakınındaysa, ses tellerinin arasında fırtınalar esiyor, ortalığı ayağa kaldırıyordu. Korkusunun zehri günlük yaşantısına ve sosyal çevresine yavaş yavaş karışıyordu.
Örümcek korkusu için bir psikolog ile görüşmek konusunda, aynadaki aksi ile el sıkıştıktan dört gün sonra, haberlerde, ülkesinde ilk Corona virüsü vakalarının tespit edildiğini gördü. Hasta ve ölüm sayıları hızla yükseldikçe önlemler ve kurallar sıkılaştı; ama bunlar da virüsün yayılımını yavaşlatamayınca, kaçınılmaz duyuru yapıldı, sokağa çıkma yasağı geldi.
Evi merkeze uzak, banliyölere nispeten yakın, ikinci dünya savaşından beri korunmuş, eski apartmanlardandı. Yüksek tavanı, ufak ama kullanışlı iki küçük odası, biri nispeten büyük iki tuvaleti ve Amerikan mutfağa sahip bir salonu vardı. Kapı kirişleri, pencere kenarları, pervazlar ve evin içindeki dolaplar ve yemek masası dahi eski ve hakiki ahşaptı. Evin içerisinden eksik olmayan nostaljik ahşap kokusunun işaret ettiği gibi, ev eski, insanlık tarihinin kendisinden bile eskiydi.
Yasağın ilk birkaç günü, ondan önceki iş hayatına kıyasla değişik ve nispeten keyifliydi. Televizyon, internet, kitap üçlüsü ile yapılabilecek tüm permütasyonlar denendi. Cep telefonu üzerinden oyunlar oynandı, sohbetler edildi. On beş günün sonunda ise o ayki internet kotası dolunca, tek başına ve kısıtlı, doğru dürüst bağlanmayan bir internet bağlantısı ile kalakaldı.
Üç gün daha zorlukla, gün gün, saat saat geçti. Haberler iyi değildi, konuştuğu ailesi ve birkaç arkadaşı da öyle. Her gün yaptığı bu on-on beş dakikalık konuşmalar dışında sesi bile çıkmıyor, üçlüden geriye kalan yegâne dostları olan televizyon ve kitapları arasında volta atıyordu. Çok bunalmıştı.
Yalnızlık artık gözlerini yaşartan, boğucu, kendisinden yükselip tüm eve yayılan yoğun bir ateş dumanıydı. Üç günün sonunda, tek bir iyi haber duyamadığı televizyonu yalnızca akşam saatleri açmaya karar verdi. Sessiz, yüksek tavana ve tozlu mobilyalara fırlattığı bir bakış, başka bir kararı daha doğurdu: Temizlik yapacaktı! Temizlikçinin uğrayamadığı ev, haftaların kamyonlarla taşıdığı tozların altında kalmış, perde aralarından sızan güneşin ifşa ettiği, muazzam bir uçan toz trafiği başlamıştı.
Irina koşar adım gittiği, açık olan marketten eksik temizlik malzemelerini aldı, kapı girişinde alkolle dezenfekte etti ve bir doktor profesyonelliği ile ellerini yıkayıp, kollarını sıvadı, işe girişti. Hızlıca salon ve mutfağı süpürdükten sonra sıra küçük odalardan ilkine geldiğinde canı çoktan sıkılmıştı. Evin eskiliği, yüksek tavanlarından seken, yankılanıp çoğalan yalnızlığı kir ve tozla karışınca adeta nefesi tıkandı. Kısa bir mola vermeyi düşündüyse de daha yapacak çok işi vardı. Süpürgeyi çalıştırdı ve seri bir şekilde işe girişti… derken…
Odanın kare penceresinin bulunduğu duvarın sağ üst köşesinde bir kıpırtı sezdi. Makinayı durdurup baktı. Çaktırmadan, hafifçe yayılmış, köşenin sınırlarını usul usul işgal etmiş bir örümcek ağı ve ağın kenarında, çalışmalarına hummalı bir şekilde devam eden sahibi… İnce, uzun bacaklı bir örümcek! Irina’nın geçirdiği şok, kısa bir an onu olduğu yere çiviledi. Gözleri dışında hiçbir yeri oynamadan, bir süre boyunca bu davetsiz misafire baktı. Korkudan sesi bile çıkamamış, ciğerleri, kapılarını bir süreliğine oksijene kapatmıştı.
Elindeki süpürgeyi yere attığı gibi kapıya doğru koştu. Eldiven bile almadan, üzerini giyip dışarı fırladı. Biraz önce gittiği markete tekrar uğrayıp, bu sefer iki kutu böcek ilacını, birer tabanca gibi yan ceplerine tıkıştırarak, gerisin geri eve döndü. Sıktığı dişleri yüzünden gamzeleri pörtlemiş, rengi kaçmış yüzünde boncuk boncuk ter damlacıkları oluşmuştu. Evin girişinde durdu. Sağ gözünden akan bir damla yaşı dalgınca silerken, yaptığı şeyin saçmalığını fark etti. Virüs… Hemen tuvalete koşup, elini ve yüzünü güzelce yıkadı. Havluyla kurulanırken, klozetin hemen yanında yer alan giderin de tıpkı odadaki gibi örümcek ağı ile kaplandığını fark etti.
Bu sefer suçlu örümcek ortada yoktu ama bu bile yetti! Koşarak girişe geri döndü, iki eline birden aldığı böcek ilaçları ile evi kıyı köşe gezmeye başladı. Salonu süpürmüştü ama yine de tekrar gözleri ile taradı. Her yer tertemiz, sadece… o tavandaki bir leke miydi? İşte, tam salon girişinin üst köşesinde bir parça… ağ? Irina kontrolünü kaybetmemeye çalışarak, titreyen ellerindeki titreyen spreyleri doğrulttu. Ellerinden ölüm fışkırdı. Hemen salonun pencerelerini açıp, mutfağa geçti.
Tüm evi taradığında aradan iki saat geçmişti. İki yerde daha örümcek ağına rastlamış, o noktaları, etraflarını, derken bütün evi ilaçlamıştı. İç bulandırıcı, ağır ilaç kokusu, genzini yakacak kadar yoğundu ve bir süre sonra hafif bir baş ağrısı başladı. Tüm camları açtı, evi havalandırdı. Yarım saat sonra sinirleri biraz yatışmıştı. Yoğun ilaç kokusu içinde değil örümcekler, kendisinin bile yaşayıp yaşamayacağından emin değildi. Evin yeterince havalandığına kanaat getirip, yarım bıraktığı temizlik işine devam etti.
Gece ancak durabildi. Ev tertemiz olmuş, kir, toz, örümcek cesetleri ve ağlarıyla beraber önce çöp torbalarını, ardından da dışarıdaki çöp konteynırını boylamıştı. Gecenin finali elbette ki güzel, sıcak bir banyo oldu. Günün gerginliğinden olsa gerek, uzun süre uyuyamadı. Bir süre yavaş interneti ile cebelleştikten sonra vazgeçti ve şarap eşliğinde kitap okumaya başladı. Oturduğu yerde uyuyakaldığında saat sabahın üçünü bulmuştu.
Sabahın sekizinde yanlış ama ısrarlı çalan telefonu ile uyandı. Ne arayanı ne de arananı tanıyordu. Küfretti, telefonu kapattıktan sonra… Baş ağrısının evin içinde hala aldığı ilaç kokusundan mı, yoksa dün dibini gördüğü bir şişe şaraptan mı kaynaklandığından emin olamadı. Ağzında ekşi-acı bir tat artığı ile her zamankinden bir kilo daha ağır çeken kafasını yataktan güç bela kaldırdı. Evi temizdi en azından ama ya örümcekler?
Homurdanarak kalktı, tuvalete doğru yollandı. Böcek ilacının hafiflemiş kokusuna, kullandığı yüzey temizleyicisinin “bahar esintisi” eşlik ediyordu, bu biraz içini rahatlattı. Tuvalete oturdu. Çişini yaparken aklındaki ilk iş, tüm camları tekrar açıp evi havalandırmak ve (içeriye bir haşarat girmeden) tekrar kapatmaktı. Gözü bir an, dün örümcek ağının bulunduğu gidere takıldı. Şu an tertemiz görünüyordu ama anısı bile sinirlerinin gerilmesine yetti.
Kalkarken hafifçe dönen başı yüzünden, az ötesindeki lavabonun kenarına elini koyup destek alıyordu ki, baş parmağına yumuşak, ipliksi bir şey takıldı. Elini hafifçe çekti ama iplik (belki de bir saç teli, diye düşündü) de eliyle birlikte geldi. Başını iyice eğip, lavabonun bombeli, gölgede kalan alt yüzeyine baktı. Neredeyse aynı anda, parmağına takılan örümcek ağı ve ucundan beş santim kadar sarkan minik örümcek ile göz göze geldi!
Irina’nın nabzı şakaklarında atmaya, korku, damarlarını işgal etmeye başladı. Kısa bir çığlık attı ve yaşadığı panikle kendini lavabonun hemen arkasındaki, bir metrelik öteberinin üzerine doğru fırlattı. Pek bir yere gidemedi tabi, istiflediği tuvalet kağıtları, kâğıt havlular ve temizlik ürünlerini devirerek köşeye sindi.
Birkaç saniye durdu, kendini toparlaması gerekiyordu. Örümceğin olduğu yere baktı ama bulunduğu noktadan göremiyordu. Ellerini, köşeyi birleştiren iki duvara dayayıp güç aldı. Böcek ilaçları, küçük tuvaletin daha da küçük dolabında duruyordu. Fırlama niyeti ile gerilirken, göz ucu ile örümceğin hareketini fark etti. Korkudan kımıldayamaz halde izliyordu; yaratık önce lavaboya çıktı, ardından lavabonun üstünde asılı duran aynanın altına girdi.
Artık bir şey yapması gerekiyordu. Hemen yanında duran eldiven kutusundan bir tane eldiven aldı. İlacı almakla vakit kaybetmek yerine, diş fırçasını ve diş macununu koyduğu seramik kabın içini boşaltıp, düz alt tabanı öne gelecek şekilde eline yerleştirdi. Nefesini kontrol etmeye çalışıyordu; ama çabasına karşılık olarak hıçkırık tuttu. Gözlerini bir an bile aynadan ayıramadığı, birkaç sessiz saniye geçti. Cep telefonu çalmaya başladı. Bir an dönüp baktı. Telefonu açıp, yardım istemeli miydi? Tekrar aynaya döndü. İşte örümcek orada, hemen aynanın üst köşesi ile duvarın arasından çıkmıştı.
Hayvanın her hareketi ile alnını soğuk ter basıyordu. Kendini eyleme geçmeye zorladı. Gözleri fal taşı gibi açık, yüzünde korku ve tiksinti ifadesiyle atak yaptı. Korkunun verdiği kuvvetle, seramik kabın dümdüz yüzeyini örümceğin tam tepesine, sertçe indirdi! Bundan sonra birkaç şey aynı anda gerçekleşti. Örümceğin üzerinde durduğu, zamanla çürümüş olan duvar, darbenin etkisiyle içine göçünce, seramik kap yarısına kadar duvarın içine girdi. Aynı anda Irina, korkunun verdiği refleksle kabı olduğu yerde bırakıp, elini çekti. Ayna lavabonun üzerine düşüp, kırıldı ve parçaları etrafa saçıldı.
Sessiz bir an boyunca Irina duvara bakakaldı. Eski evin eskiliği, duvardaki bu deformasyonla zihninde artık yeni bir imaja sahipti. En azından örümceğin öldüğünü görmek ve derin bir nefes alıp, artık hafiften bulanmaya başlayan midesini ve ağrıyan başını bir nebze olsun rahatlatmak istiyordu. Onu yere saçılmış ayna parçalarının arasında, kıpırtısız, deyim yerindeyse “nalları dikmiş” bir halde gördü.
Canlanması ihtimalini de düşünerek hızla hareket etti. Ayağındaki terliği çıkarıp, hali hazırda ölmüş hayvanın üstüne birkaç kez vurdu. Son vuruşunda hayvan artık iki boyutlu, terlik tabanının üstüne kazınmış bir dövme haline gelmişti. Artık o terliğe dokunamazdı. Diğer tekiyle beraber çöp kovasına koydu.
Örümcek ile olan bu yakın münasebeti onu yeniden germiş, tüm tüylerini diken diken etmişti. Sinir içinde duvara baktı; durduk yere çıkan masrafa mı üzülsün, yoksa sokağa çıkma yasağından dolayı tamirci bulamayacağına mı yansın… Öncelikle yapması gereken, bir ağrı kesici almaktı. Yarısına kadar duvara girmiş olan seramik kabı tutup, yavaşça duvarın dışına çekti. Duvardan tozlar yere, ayna kırıklarının üstüne ufalandı. Yeni temizlediği banyo şimdi tam bir savaş alanına dönmüştü ve savaşın galibi de Irina’ydı.
Duvarın bu kadar rahat göçmesinin sebebi rutubet olabilirdi. İyice yaklaşıp, tozlu havasından temkinli bir nefes çekti, evet, rutubet kokuyordu. O sırada duvarda açtığı delikten, biraz önceki ile hemen hemen aynı boyda bir örümcek daha çıktı. Korkudan nefesi kesilen Irina bu kez ses çıkaramadı, kaçamadı da. Onun yerine ani hareket etmeden, yavaşça elini uzatıp, seramik kabı tekrar aldı. Aynı açıda tutarak (ve kendini daha yavaş vurması yönünde telkin ederek) nişan aldı, kolunu gerdi. Ancak henüz vuramadan, delikteki yeni hareketlilik, dikkatini tamamen dağıttı. Önce bir, peşi sıra sekiz-on kadar minik örümcek farklı yönlere doğru koşturmaya başladı.
Irina’nın patlayan çığlığı, ses tellerinin ve deliliğinin sınırında, ev camlarının, duvarların, kapıların zapt edemeyeceği dev ses dalgaları oldu; evden dışarı, apartmana ve etrafına taştı. Elindeki kabı örümceğe doğru attı. Kurtarıcısı böcek ilaçlarına doğru hızla ilerlemek istedi; ancak attığı ilk adımla birlikte beyninde bir şimşek çaktı. Kırık ayna parçalarından biri ayağını kesmişti ve acısı, kesiğin kendisinden çok daha şiddetliydi. Irina hissettiği acının şoku ile geri hamle yapınca, önce belini lavaboya çarptı; dengesi iyice bozuldu ve biraz önce çürüklüğünü resmen kanıtladığı duvara, kafasının arkası ile girdi. Bayıldı.
Paniği, korkusu, heyecanı… Gözlerini açtığında, hepsi bir rüya bulmacasının parçaları gibi, kafasının içinde birleştirilmeyi bekleyen anılardı. Ufalanan duvarın ve arkasındaki ahşabın toz kokusu ve tozun bizzat kendisi burun deliklerini işgal etmiş, sersemlikten, acı bir uyanıklığa geçiş sürecini hızlandırmıştı. Yavaşça elini kaldırıp, ağrıyan kafasına götürmek istedi ama eli, içine kısmen gömülmüş olduğu duvara hafifçe çarptı. Bulmacanın parçaları birleşeyazdı; bulanan midesini hatırlatan hafif bir ürperti ile ellerinden güç alarak duvardan çıkmaya çalıştı.
Örümcek, örümcekler! Bir fırtına koptu beyninde, hızla ayağa yükseldi, bu sırada da kırık duvarın kenarına sürtünen kolunda hatırı sayılır, derin olmayan bir çizik oluştu. Bunu fark edemeyecek bir haldeydi. Bir yandan kesik kesik öksürürken, diğer yandan bir eli ile gözünün önünde uçuşan tozları kovalıyor, diğer eliyle de aynı anda hem kaşınan hem de ağrıyan kafasını hafifçe ovuşturuyordu. Kırık ayna parçaları ve sızlayan, kesik ayak tabanı yüzünden hareket imkânı kısıtlıydı. Ufak bir adım atıp, arkasını döndü ve yeni manzara ile karşı karşıya geldi.
Çürümenin büyüklüğü artık daha net anlaşılıyordu. İlk başta Irina’nın boyu yüksekliğinde açılan ufak delik, daha kısmi bir çürüme var gibi gözükürken, düştüğü yerde endamının yarısı kadar, koca bir göçük oluşmuştu ve tıkanmış baca gibi hafif hafif tüten bir toz birikintisi, kaotik bir düzen içerisinde dalgalanıyordu. Ama bu kötü görüntülerin hiçbiri umurunda olmadı. Hızlı bir tarama ile duvarı baştan aşağı inceledi, örümceklerden bir iz aradı, bulamadı.
Kafasındaki ağrı azalmış, buna karşılık kaşıntısı devam ediyordu. Saçları toz ve kirden hafifçe kabarmıştı ama Irina bunun farkında değildi. Gözleri giderek artan bir hızda etrafa bakarken, duvarla yerin birleştiği çizginin hemen ilerisinde, bir minik örümcek ve onun kırık aynalardaki pek çok yansıması ile karşılaştı. Bir eli kaşınan kafasında, olduğu yerde kalakaldı. Bu sırada minik örümceğe bir başkası da dahil olunca, aynalarda, birbirini kovalayan, dans eden bir canlı yayın başladı.
Irina’nın bu iki örümceğin ve kırık ayna parçalarının üzerinden atlayıp, diğer tuvaletteki cephaneliğe geçmesi gerekiyordu; ancak ayağı ve daha da önemlisi kapalı olan tuvalet kapısı, tek bir sıçrama ile seri şekilde tuvaletten çıkmasına engeldi.
Kafasındaki kaşıntının, saç diplerinde hareket edip, yer değiştirmesi ile tüm odağı değişti. Saçında bir örümcek olması ihtimali… Gözü döndü. Tırnakları ile kafasını, kafa derisini çizecek kadar sertçe kaşımaya, o kaşıntının kaynağını yok etmeye çalıştı. Can acısından gözleri yaşardı ama otuz saniye kadar devam etti. Ellerini kafasından çekip, ölü bir örümcek parçalarının kanıtına baktı; gördüğü tek şey, kafasından yüzdüğü ufak deri parçaları ve bir miktar kan oldu. Kafası ise… ufak bir kaşıntı, bir hareket hissetti ya da hissettiğini düşündü. Bu sefer öne doğru eğilerek, uzunca saçlarını sallandırmaya, içine her ne girdiyse silkelemeye çalıştı. Tekrar doğrulduğunda, yüzüne incecik bir ağ ile sarkmış bir örümcek ile göz göze geldi.
İkinci bir çığlık (ki bu, yan komşuların polisi aramasına neden olan çığlığıydı) yeniden tüm evi titretirken, hayvana elinin tersi ile indirdiği bir şamar sonrası, panik içerisinde koşturmaya başladı. Attığı ilk iki adımdan biri, yerdeki minik örümceklerden birini ezerken, panikle attığı her bir adımda, ayağında yeni kesikler oluşuyordu. Kapıyı, tuvalet duvarına çarparcasına bir şiddetle açıp, topallayarak, yerde minik kan izleri bırakarak küçük tuvalete koştu. İki böcek ilacını birden alıp, gerisin geri savaş alanına doğru yollandı.
Tuvaletten içeri girer girmez yeri, ayna parçalarının üstünü, altını ilaçlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar boşanıyor, zehri içine çektikçe, örümceklerden kurtulma umudunun kokusu, ona adeta huzur veriyordu. İlaçlamaya devam ederken, kafasında yeni bir kaşıntı başladı ya da ona öyle geldi. Irina’nın akli dengesi bu durumun gerçekliğini sorgulayacak seviyede değildi. Panik içerisinde doğrulttuğu böcek ilacını kafasına sıkmaya başladı.
Kafatasında biraz önce kazıdığı ve çizik içinde bıraktığı bölgeler, ilacın etkisiyle adeta alev aldı! Acıyla üçüncü kez çığlık atan Irina, istemsizce dizlerinin üstüne çöktü. Acı dayanılmazdı; ama hala o minik, iğrenç yaratıklar ölmek bir yana, sanki daha da büyük bir hızla, kafa derisinin üzerinde (belki de içinde) gezinmeye başlamışlardı. Midesinin bulantısı da artmış, adeta boğazından yukarı… Boğazındaki bir kaşıntı mıydı? Bir hareket? Irina ilacı tekrar kafasına sıktı, hayvanlar geberdiği sürece kendisine ne olduğu umurunda değildi. Sonunda spreyin ucunu ağzının içine kadar soktu. Boğazındaki kaşıntı devam ederken, ağzından içeri zehir doldu.
Irina’yı buldukları yer, işte, tam olarak dizlerinin üzerine çökmüş olduğu, kırık ayna parçalarının hemen dibinde, bilinci kaybolduktan sonra uzandığı, eski ve çürük evin tuvaletiydi. Zehirlendiği, ilaç kokusunun yoğunluğundan belli oluyordu zaten. Ambulans çağrıldı, hastaneye taşındı. Yoğun uğraş verdi doktorlar; ama zehir içine, her yerine işlemişti. Her ihtimale karşı yapılan otopsi sırasında, saçlarının arasına saklanmış, minik örümcek ağları buldular…