Öykü


Değişkin
Yazar: Eren Kasapoğlu
Tarih: Haziran 2019
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Grubu tarafından organize edilen “Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2019” için yazdığım, seçkiye ve kısa öykü kitabına giren öyküm.
Giriş
Klasik bir iş günü ve sabah saat altı kırkta, beynimi dürtükleyen alarmın sesi ile eski mavi – yeni kızıl cehennemde taze bir güne daha uyandım.
Pencereyi açıp serin havayı içime çektim; bugün, düne göre biraz daha hafif bir koku vardı. Geçtiğimiz iki buçuk yılı düşündüğümde, özellikle şu son üç aydır kokunun iyice ağırlaştığından emindim.
Bilim insanlarının pek de erken olmayacak şekilde haberini verdikleri kozmik bulutun tam ortasından geçiyorduk. Güneşin eski parlaklığını kaybetmeye başladığı ilk altı ay, belki bizim için de tencerede yavaş yavaş pişme süresi ile orantılı, hafif bir alışma evresiydi. Hava gittikçe rengini kaybeder, kozmik ışınlar havayı, etrafı ve bizler de dahil her şeyi değiştirirken, intihar etmeyecek kadar cesur olanlarımız, tüm bu olan bitene adapte olmaya çalışıyorduk. Değişiyorduk.
İlk mutasyonlar görünmeye başladığında, biz “eski model” kanun koruyucuları, muhtemelen epey bir miktar insanı vahşi hayvanlar gibi katlettik. Korku ve panik, bu yeni bilinmezlikle harmanlanmış, insan doğası çareyi en ilkel çözüm olan şiddetin tatlı – mide bulandırıcı sıcaklığında bulmuştu. Ama tabi durum anlaşıldığında, yani öldürdüğümüz “hayvanların” kendi içimizden birileri olduğunu öğrendiğimizde, işler derhal değişti.
Bu duruma ve mutasyonlara adeta dünden hazır olan devlet ve yetkilileri, hemen bu yeni türü sınıflandırıp, yasaları ona göre revize etmeye başladı. Bizim dilimizde, yeni insan türü “Değişkin” adını aldı. Mutasyonun belli bir mantığı yoktu ve insan geni kişiden kişiye farklı tepkiler verdiği için, aynı dönemde hastalıklar ve ölümler de başladı. Ama bahsetmek istediğim konu bu münferit ölümler ya da mutasyon geçiren virüslerin neden olduğu toplu “temizlikler” değil.
Bundan yaklaşık bir sene önce, benim de dahil olduğum bir grup polis, asker, özel görevli belli kriterlere göre bir araya getirildi, fiziki ve zihinsel pek çok testten geçirildi ve nihayet sağlam çıkanlarla bire bir görüşmeler yapılarak, yeni bir oluşumun parçası olmayı isteyip istemedikleri soruldu. Maaş dolgun, imkanlar çeşitli, risk de buna paralel şekilde yüksekti. Cevabım olumlu olunca üç aylık hızlı bir eğitimden geçirildik: Bizler artık B.A.T. üyesiydik. Beynelmilel Adalet Timi bu oluşumun Türkçe adı olarak kaldı; ama oluşum bundan çok daha büyük, uluslararası bir yapının parçasıydı. Her ülke kendi ekibini kurdu ve dünyanın uğradığı bu kalıcı gözüken değişime göre güncellenen yasaların, biz kanun koruyucuları ile değişkin ya da değil tüm insanlar için uygulanması garanti altına alınmak istendi.
İşte bu sabah nispeten yeni olan işimdeki bir başka güne uyanmış, kızıl havayı ciğerlerine çekmiş, düne göre daha iyi bir hava olduğunu düşünen ben, belki de kendi günümün içine (nazar) ettim: Yüksek sesle “Bugün iyi bir gün olacak!” dedim; olmadı.
Birinci Olay
Ofise geçtikten iki saat sonra ihbar aldık. Bir değişkin, kendi evi içerisinde ölü bulunmuştu. Kırık kapıyı fark eden apartman görevlisi yöneticiye, yönetici eski yöneticiye, o da apartmanda oturan polis emeklisi beyefendiye haber vermiş, emekli beyefendi de 699’dan B.A.T. canlı destek hattına ulaşmıştı. İnsanlarda bıraktığımız güven etkisi işte bu derece yüreklere su serpiyordu.
Olay yerine ilk giden ekip, şüpheye yer bırakmayacak bir cinayetin haberi ile döndü. Akabinde evime de yakın bir nokta olduğundan, geri dönmemek üzere ofisi terk ettim ve cinayet mahalline gittim.
İki şey beni şaşırtmıştı. Birincisi evde ikamet eden değişkini tanıyordum, daha önce bize gelip, komşularından birini şikâyet etmişti; o arada da iki laf etme şansımız olmuştu. Derisi grimsi, pul pul ve beton gibi sert, kulakları sese karşı aşırı duyarlı ve hassastı. Hakkında başka bir şey hatırlamıyorum. İkincisi ise biraz daha detay bir durumdu ama ilginç gelmişti: Evin kapısı zorla açılmış gibi görünüyordu; ama dikkatle bakıldığında, kapı dışarıya doğru kırılmış gibiydi. Bu da aslında içeri giren kişi ya da kişilerin kapıyı zorlamadan açtığını, daha sonra evin içinde ne olduysa olduğunu gösteriyordu. Dolayısı ile ya başka bir yerden, mesela pencereden girilmişti ya da değişkin, kapıyı tanıdığı birine açmıştı.
Elimdeki tutanağa göre, değişkini bulduklarında mutfakta yüz üstü yatıyordu. Boğuşma izi yoktu (boğuşma olsaydı da kalın derisinde fark edemezdik sanırım). Yalnız yüzünde, boynunda ve yerde pembe bir toz bulunmuş ve analize gönderilmişti. Yine vücudunun bu kısımlarında çok hafif izler vardı, ne olduğunu analiz sonuçlarından sonra öğrenebilecektik.
Komşulardan evde bulabildiğim birkaç tanesi ile konuştum. Bir ses duyan, bir şey gören yoktu. Yalnızca bir tanesi konuşurken heyecanlı ve solgun görünüyordu. Kekeleyerek bir şey görmediğine dair yeminler ettikten sonra kapıyı kapattı; o adamı takibe almakta fayda vardı.
Civardaki kayıtlı birkaç değişkinle konuşmayı bitirdiğimde saat akşamı bulmuştu. Görünen o ki, kurbanın komşuları ile arasındaki bir iki laf dalaşı dışında sorunlu ya da kavgalı olduğu kimse yoktu. Onlar da, değişkin bize şikâyete geldikten sonra kesilmişti. Elimde bariz bir şüpheli olmaksızın eve doğru yollandım…
İkinci Olay
Güneşli geçen birkaç gün, eskilerin aksine insanın moralini iyice bozuyor. Tüm bu yaşadıklarımızı, dünyanın halini, bir tür seferberlik ilanına benzetiyorum: Aniden haberi geliyor; kısa bir süre sonra apar topar görev yerine gidiyorsun ve bir daha ne zaman döneceğin belirsiz, büyük bir değişimin içinde, o değişime adapte olmak üzere gözlerini açtığın her sabah, biraz daha boka battığını hissediyorsun.
Kozmik bulut aslında gözle görülen bir şey değil. Yok olan mavi, hakimiyeti eline alan kızıllık, güneşin önündeki pus, her şey dünyanın buluttan etkilenip değişmesi ile alakalı. İster istemez herhangi bir dönüşüme uğramayan bizleri de düşündürüyor, soluduğumuz havanın bile renk değiştirdiği bir ortamda bizler aynı mıyız ya da ne kadar aynı kalabiliriz? Bir sonraki toplu katliama kadar mı hayatta kalacağız? İki buçuk sene oldu ve bitmesi için en az bir bu kadar zaman daha geçmesi gerekiyor.
Ve elbette ki koku… Tüm yeniliklerin bir çeşit habercisi, hatırlatıcısı ve sürekli geri planda hafif hafif zonklayan bir diş gibi her daim orada, kesintisizce rahatsızlık veriyor. Bilimsel açıklaması aklımda değil, kabaca havanın içeriği “zenginleşmiş”. Bizler, biz yeniden çoğalmaya, çeşitlenmeye başlayan canlı türleri de bu zenginliğin renk renk mücevherleri olduk. Ne zenginlik ama!
Bir sonraki haftanın başında gelen analiz sonuçları ile komşuları tarafından bilinen ismiyle “Taşkafa” Ali’nin cinayeti kesinleşmişti. Ölüm nedeni etrafta ve üzerinde görülen pembe toz, kurşun dahi geçirmez olan vücudunda açılmış ince deliklerden kanına nüfuz etmiş ve Ali kısa sürede zehir etkisiyle hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ancak katil bununla da yetinmemiş, Taşkafa’nın kanından ciddi bir miktarı bir şekilde almış, belki de midesine indirmişti.
Görülen tüm belirtiler cinayeti işleyenin deli bir bilim adamı, bir sapık veya daha da kötüsü bir başka değişkin olabileceğine işaret ediyordu.
Karakolda oturmuş bu olay üzerine kafa patlatıyorduk. Laf lafı açtı ve öğle yemeği yaklaşırken konudan bağımsız, etrafta gittikçe artan kokudan ve yoğun kızıllıktan duyduğum rahatsızlığı dile getirdim. Bir süredir ayakta dikilen Yusuf, kokuda herhangi bir belirgin farklılık hissetmediğini söyledi. Yan masadaki yakın dostum Fatih de kendi yorumunu yaparken yanımıza gelen B.A.T. stajyeri, amirin bizi derhal odasına çağırdığı haberini ortaya bıraktıktan sonra, cevap beklemeden geri yerine topukladı.
Amirin sert demeci ile moralimiz düştü. Değişkin üzerinde yapılan D.N.A. incelemesi sonucu, katilin mutasyonlu genleri tespit edilmişti. Değişkin, bir başka değişkin tarafından öldürülmüştü. Konu katil bir değişkin olduğunda, bizden başka çözüm noktası olmadığı için olay daha da önemli bir hale geliyordu. Dolayısı ile katili bir an önce bulmalıydık.
Tüm bu demeç, gerilim ve aciliyet hissi ile yerlerimize geçtik. Elimdeki tek ipucunun peşinden gitmeye karar verdim. Şüphelendiğim komşu bir şeyler biliyordu ve ben bunu öğrenecektim.
Fatih ile birlikte arabaya atladık ve hızlıca bir şeyler atıştırdıktan sonra olay yerine geçtik. Muhtemel tanığın tek yaşadığını, evin sahibi ve bir arabasının olduğunu öğrenmiştim. Kapısını çaldım ancak cevap gelmedi. İç cebimden maymuncuk takımını çıkarırken Fatihe, “Sen arabasına baksana, ben içeri bir göz atacağım.” dedim. Ardından kapıyı birkaç saniyede açıp içeri girdim. Ev boş ve dağınık, terk edilmiş görünüyordu. Adam hızlıca toparlanıp gitmiş gibiydi; ama neden?
Oturma odasına girdiğim anda içerideki hava değişti. Havadaki koku inanılmaz ağırlaştı, zor nefes almaya başladım. Dünyanın yeni kızılı, yerini mide bulandırıcı pembemsi bir renge bırakırken, tüm kaslarımın kasılıp kaldığını hissettim. Katil burada olmalıydı! Görüşüm ve tüm diğer duyularım kapanırken, kendimi adeta ölümün kollarına bıraktım. Son hissettiğim şey, uzaktan seslenen Fatih’in sesi, silah sesleri ve sonrasındaki çığlıklardı!
Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, … Olaylar!
Gözlerimi maviye açmak büyük bir farklılıktı. Tepedeki soğuk mavi floresan lambaya tezat, yattığım sıcacık, rahat yatak ve koluma takılmış serum, yanı başımdaki iş arkadaşlarım… Yüzler gülmüyordu ve derhal Fatih’i sordum.
Olay yerine ilk varan ekibin raporuna göre üç el silah sesi duyulmuş ve buna karşılık, Fatih’in silahından çıkan üç adet mermi yerde bulunmuştu. Duvara saplı veya katilin vücuduna girmiş halde değil, yerde öylece durmaları çok garipti. Fatih’in boynu, yüzü delik deşik ve pespembe toz, yerdeki pembeliğin konsantre hali gibi her yerindeydi. Boynu ve elmacık kemikleri kuvvetli baskı ile birkaç yerinden kırılmıştı.
Ben ise zarar görmemiş bir halde, apartman girişinde ve parçalanmış giysilerimle cenin pozisyonunda baygın yatıyordum. İşte burası çok garipti ve bana korkunç fikirler veriyordu.
Soran gözlerime, soran gözlerle karşılık aldım. “Neler oldu?” diye doğrudan konuya girdi amirim. Eskisinden de yoğun kokan havayı mümkün olduğunca ciğerlerime çekip, kekeleyerek eve girdiğimizi, sonrasında arabaya bakmak üzere aşağıya indiğimde, aniden bilincimi kaybettiğimi söyledim. Olayı gerçekten anlayana kadar bazı gerçekler bende kalmalıydı.
Birkaç soru daha sordular ama hem yorgun hem de çok aç hissediyordum, müsaade istedim. Topluca giderlerken, amirim bir süre bu odada gözetim altında olmamın benim için daha emniyetli olacağını söyledi. Katil bir şekilde peşimden, yarım bıraktığı işi tamamlamak için gelebilirdi. “Bir şeyler hatırlarsan mutlaka haberleşelim.” dedi. Bir cevap vermeden, sadece kafamı salladım ve düşüncelerimle baş başa kaldım.
Hastane yemeği karnımı doyurmak bir yana, adeta daha da acıktırmıştı. Ama aklımda daha acil konular vardı: Arabaya bakmaya inen Fatih’ti ve ben evin içinde, oturma odasında katil ile bir tür etkileşim içerisine girmiştim; ama nasıl!? Neden hiçbir şekilde zarar görmemiştim ve nasıl ve ne ara apartman girişine gitmiştim? Tutulan raporu okumuştum ve beni burada tutmalarının sebebinin, beni korumaktan ya da tek tanık olmamdan öte olduğunun farkındaydım. Parçalanmış giysilerimin üzerinde üç adet düzgün delik vardı ve bu dikkatlerden kaçmamıştı. Fatih doğrudan bana ateş etmişti! Katil bendim, ben olmalıydım!
Derin bir nefes daha aldım. Havadaki yoğun kokunun arasına, uzaklardan bir yemek kokusu karışıyordu ve bu koku adeta başımı döndürdü. Çok ama çok acıkmıştım. Kapıda nöbet tutan birinin olduğunu bilmesem, gidip dışarıdaki makinadan kendime yiyecek bir şeyler bakacaktım.
Onun yerine yatağıma geri yığıldım. Ağır havadan derin bir nefes daha çektim; yine o enfes koku!
Hava yeniden ağırlaşırken, görüşüm keskin bir şekilde maviden pembeye döndü. Bir sonraki nefesim hırıltıyla homurdanma arası karışık, bedenim kaskatı ve bir acı patlaması sırt kaslarımdan, boynumdan vücuduma hızla yayıldı. Bilincimi boşa kaybetmemeye çalışırken zorla doğruldum. Gördüğüm son şey, aynadaki değişkin halimin yansıması, özellikle de aşırı irileşmiş ve hastane kıyafetine sığmayan vücudumla, anormal bir şekilde uzamış kollarım ve parmaklarım, kollarımdan yer yer çıkmış, pembe ve uçları sivri dikenimsi uzuvlardı!
Tekrar gözlerimi açtım ve öğürdüm. Ağzımda yoğun kan tadı, burnumda kokusu vardı. Suratıma birkaç yerden doğrultulmuş güçlü fenerler, ortamdaki tek ışık kaynağı gibiydi.
Yerde yatan, kanı çekilmiş garabet, ben canını almadan bir süre önce konuştuğum komşu değişkinlerden birisiydi. Yavaşça doğruldum, ellerimi ani olmayacak şekilde havaya kaldırırken, “Durun! Benim! her şey kontrol altında!” dedim. Ardından iki – üç yerden aynı anda ateşlenen kısa menzilli şok tabancaları ile dünya bir kez daha karardı.
Nihayet bu rapor yazma niyetiyle başlayan, bir tür hayat hikâyesine dönen yazıyı yazarken, ellerim, ayaklarım ve belimden zincirlerle bağlı olduğum, özel bir tür hücredeyim. Anlattıkları kadarı ile kendime gelmeden önce, kapıda nöbet tutan ekip arkadaşım da dahil yedi kişiyi öldürmüş ve üç değişkinle kendime bir ziyafet çekmişim. Tekrar değişmemden faydalanıp durdurabilmişler. Tüm bu olan biten süre boyunca bilinçsiz olsam da arada geriden gelen anlık, korkunç görüntüler var ve durum gerçekten iyi gözükmüyor.
Sanıyorum eski kanun görevlisi kimliğim ve yaptığım hizmet, beni direkt öldürmelerini engellemiş. Hâlâ bir miktar saygı ve anlayış görüyor olmak güzel; ama maalesef yeterli değil.
Beni hücrede birkaç yerimden zincirleyip alıkoymak ve ne olduğumu, nasıl bir mutasyon geçirdiğimi anlamak istiyorlar. Oysa durum göründüğünden çok daha acil ve ciddi. Açlığımın şimdiden başladığını hissediyorum.
Mutasyonumun, değişen, şişen bir vücut, uzun kollar ve dikenler ile salgıladığım zehirden ibaret olduğunu sanıyorlar, bu da hata! Vücudumun gözeneklerinden çıkmayı bekleyen pembe sıvıları hissedebiliyorum. Onların zincirlerim dahil her türlü engelin üstesinden gelebileceklerini hissedebiliyorum. Dahası belki bu zincirleri kıramayabilirim ama bağlı oldukları duvar…
Korkarım yakında göreceğiz. Açlığın dayanılmaz bir hâl aldığı, enfes kan kokusunun, eski mavi – yeni kızıl cennetimde iştah açan bir afrodizyağa dönüştüğü, dişlerimi şimdiden kamaştıran ziyafetlerin beni çaresizce beklediği bu yeni çevrede, beni ne bu duvarlar ne de zincirler durdurabilir. Çünkü yakında çok ama çok aç olacağım.