Öykü


Değişkin: Rüyalar Ve Gerçekler
Yazar: Eren Kasapoğlu
Görsel: Etkin Kıraşı Dağar
Tarih: Şubat 2020
Değişkin: Anarşist, Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2019 kitabında yayımlanan öyküm Değişkin‘le aynı dünyada yaşanan, bağımsız ama Değişkin’le de ufaktan bağlantısı olan bir öykü. Öykü aynı zamanda Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Mart 2020 sayısında da yer alıyor. Dergiyi incelemek için link: https://yerlibilimkurguyukseliyor.com/…/03/09/ybkyd-sayi-35/
Değişkinlerin dünyası ilgili bir not, hikayenin geçtiği ortamın kısa bir anlatımı aşağıda:
Çok da ileri olmayan bir gelecekte Dünya, kütlesi kendi kütlesinden çok daha büyük, muazzam bir kozmik bulutun içine girer. İnsanlar çaresiz, tıpkı diğer canlı türleri gibi başlarına geleceklerden habersiz, bu eski mavi-yeni kızıl çevreye alışmaya çalışırken üç sene geçer. Yaklaşık bir senenin sonunda, daha sonraları Değişkin adı verilen ilk mutasyonlar ortaya çıkmaya başladığında ise tüm dünya genelinde sosyal ve ekonomik yapıların temelleri kaçınılmaz bir şekilde yerinden oynar…
Keyifli okumalar dilerim…
Sorgu Odası
Oda loş, bayat bir havası var. Dekor ise sade; yalnızca bir masa, bir sandalye, bir ayı. Ayı, tepedeki tek ışık kaynağı ile arama girmiş, üzerimdeki gölgesi ile bir tür tutulma yaşıyoruz. Kibarca soruyor,
“Nerden buldun lan bu hapları?! Konuşsana!!”
Elinin tersiyle masanın bir köşesindeki plastik, ufak, şeffaf bir poşetin içinde birbirine sığınmış kimyasal hapları gösteriyor. Yüzünde, bana uzun süre baksa kusacakmış gibi bir tiksinti ifadesi var.
Sakince oturduğum yerden yüzüne doğru kafamı kaldırıp, arkaya doğru hafifçe işaret ediyorum: “Çok susadım, bir bardak su getirir misin?”
İki saniye yüzüme bön bön bakıyor. Bir şey söylemeden arka tarafa gidip, suyumu hazırlıyor.
Polis… Eskisinden daha sert, daha acımasız. Bir yanım bu durumu anlıyor. Kısa sürede yaşadığımız büyük değişimden sonra, kontrolü sağlamak onlar için daha zor. Tıpkı yaşamanın bizler için daha zor olduğu gibi.
Son gündemleri ise şu anda masanın üzerinde duran, havadan yayılan bir virüs küstahlığında hızla ve her yerde ortaya çıkan haplar. Devlet tarafından çok zararlı, tehlikeli olarak lanse edilen ki, bir yere kadar doğru, kullanımını ve yayılmasını bir türlü engelleyemedikleri haplar. Kullanıcıları ise genel olarak hapın etkilerinin ve risklerin farkında olmasına rağmen paraya kıyıyor, risk alıyor ve kullanmaya devam ediyor.
Suyumla birlikte geldiğinde ayağa kalkıyorum. “N’apıyorsun?!” diyecek oluyor, “Hiç, suyumu ayakta içmek istiyorum.” diye cevaplıyorum. Cevap vermiyor, veremez zaten. Elimi, dışarısı ile sınır olduğunu tahmin ettiğim duvara yaslayıp, gözlerimi kapatıyorum. Göründüğümden daha yorgunum aslında, dün gece hiç uyumadım. Uykusuzluğun da etkisiyle, adeta yarı düş, yarı gerçek bu “Yeni Dünya”nın yakın geçmişine doğru kayıyor düşüncelerim…
Yakın Geçmiş
Eski mavi – yeni kızıl gezegenimiz, Dünya. Bir tür kozmik bulutun içinden geçiyor, hem de yaklaşık dört yıldır. Bizler için uzun; ama evrenin büyüklüğü ve gezegenin yanında bir toz zerresi kadar küçük kaldığı düşünüldüğünde işler değişiyor. Daha ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Kimse bilmiyor. Teleskoplarla bakamıyoruz; bulutun geçiş hızı, büyüklüğü ölçülemiyor. Gökyüzü de etrafımız gibi kızıl bir katmanla kaplı olduğundan, eski hallerinin soluk bir versiyonu olan güneş ve ay dışında hiçbir gök cismi göremiyoruz.
Ve bizler, Dünya üzerindeki tüm canlılar. Bu müthiş kozmik fenomen hepimizi yutmakla kalmadı; pek çoğumuzu sindirdi ve bambaşka bir şeye dönüştürdü. Kozmik etkinin genler üzerindeki etkisi önceden kestirilemeyen ve birbirinden oldukça farklı sonuçlar verdi. Yaklaşık bir buçuk yılın sonunda “Değişkin” ismini verdikleri, genetik yapısı değişmiş insanlar için tüm sosyal yapı, kanunlar, yönetim sistemleri yeniden düzenlenmeye başlamıştı.
Her yeni büyük değişim beraberinde büyük dirençleri, büyük tepkileri de getirir. Bu sefer değişimin kaynağı evrenin ta kendisiydi ve değişim o kadar sertti ki, kısa süre içerisinde ortaya yeni bir sınıf kavramı çıktı: Ağır Değişkinler, Hafif Değişkinler ve değişimden etkilenmemiş gibi görünen, “insan olarak kalan” Değişmeyenler. Ben de bu son gruba dahilim ya da dahildim.
Yeni türler kavramı, daha düne kadar bir arada yaşayan benzer sınıfları birbirinden ayırırken, çok farklı niş kesimden bireyleri de bir araya getirdi. Değişmeyenler eski site kavramını ekstra güvenlik tedbirleriyle süsleyip, bir nevi kolonileşerek, hem kendilerini diğer türlere karşı korumaya çalıştılar hem de pek çok konuda sınırı aştıkları için, güvenlik güçleriyle sorunlar yaşamaya başladılar.
En zorunu ise şüphesiz Hafif Değişkinler yaşıyordu. Değişimleri sonucu insanlardan ayrışan ama bir yandan da etkisiz, değişimlerini bir avantaja dönüştüremeyen ve hatta tersine, yalnızca dış görüntüleri korkunç şekillerde değiştiği için çevreleri tarafından dışlananlar… Hem Ağır Değişkinler tarafından ezilen, hor görülen hem de insanlar tarafından da dışlanan, sık sık saldırıya uğrayan geniş bir popülasyon. Bu kesim insanlar kadar gruplaşmayı başaramamıştı ve daha dağınık bir düzende yaşayıp, kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlardı.
Ağır Değişkinler ise tersine, varlıkları, hareketleri, çevreleri üzerinde ciddi etkiye sahip, sıklıkla çeşitli ekstrem yetenekleri görülen Değişkinler. Televizyon haberlerinin başlıca malzemesi; kahramanlık, gerilim, macera haberlerinin ana öznesi. En etkin yardımseverler ve en tehlikeli suçlular elbette ki bu gruptan çıkıyordu.
Ben, bizim çevrede de bilinirliği hızla yayılan, ülke genelinde faaliyet gösteren Denge’ye üye olduğumda, kızıl dünyanın ikinci yılını doldurmuştuk. Denge, Değişkin ya da değil, tüm türlerin eşit ya da dengeli haklara sahip olmaları gerektiğini savunan, devletin bu konudaki politikalarını ve aksiyonlarını eleştiren, protesto eden bir gruptu. Kısa sürede gruptaki en aktif ve faal kişilerden biri olarak hızla, en tepedeki yöneticilerle direkt haberleşebilecek kadar yükseldim.
Protestolar, duyurular iyice duyulmaya başladığında güvenlik güçlerine beklenen emir verildi: Denge resmi olarak ortadan kaldırıldı; ama biz geride kalanlar illegal olarak grubun varlığını sürdürmeye, eylemlerimizi dozunu artırarak devam ettirmeye karar verdik. Kısa süre sonra ise “haplar” ortaya çıktı.
Haplar
“Teknolojinin ilerleme hızı doğrusal değildir.” Mavi Dünya’nın son aylarında, birbiri ardına pek çok teknolojik yenilik ve gelişme duyuyorduk. Öyle ki, Dünya değiştikten kısa bir süre sonra, içeriğinde “konsantre kozmik etki” taşıdığı söylenen hapların ortaya çıkması bizleri şaşırtmadı. Duyumlara göre bazı bitki özlerinin laboratuvarda birtakım işlemlere uğratılması ve testlerden geçebilen bitki özlerinin karıştırılmasıyla oluşturulmuştu. Etkisi ise tahmin edilebileceği gibi, kozmik buluttan etkilenmemiş, Değişmeyen insanların gen yapılarını değiştirme ihtimali taşımasıydı.
Bu değişimin ne yönde olacağı, değişim olursa neye dönüşüleceği ile ilgili pek çok asılsız bilgi havada uçuşuyordu. Gerçeğin ise farkındaydık: Bu bir kumardı ve kazanma olasılığını dahi bilmiyorduk. Temel olarak üç opsiyonumuz vardı: Değişmemek, kötü yönde değişmek veya iyi yönde değişmek.
Yeni hapın haberi tüm kesimler için bomba gibi bir etki yaptı. Aynı zamanda da büyük bir şüphe ile karşılandı. Kısa sürede etki gösteren ama en az üç aylık düzenli kullanım gerektiren haplar ilk meyvelerini verdiğinde, haplara karşı olan ilgi daha da artmıştı.
Güvenlik güçleri tarafından isimleri arananlar listesine eklenmiş biz Denge üyeleri, hapların ortaya çıktığı dönemde çaresizce eylemlerimizi devam ettirmeye çalışıyorduk. Hapların haberi ilk geldiği andan itibaren ciddi bir şekilde takip etmeye başladık; çünkü bizim için haplar aradığımız fırsat, elimizi güçlendirecek bir koz anlamına geliyordu.
Haplar ilk yapay değişkinleri ortaya çıkardıktan sonra, hızla ülke içerisindeki ana dağıtıcıları ile iletişime geçmenin yolunu bulduk. Kısa sürede tüm haplara el konma ihtimali elimizi çabuk tutmamızı gerektiriyordu.
Gönüllü elli kişi arasına girmek için epey dil dökmem gerekti. Ailesi, pek arkadaşı olmayan, kendini Denge’ye adamış biri olarak, hapların iyi sonuç vermesi halinde ne kadar faydalı olabileceğim ihtimali baskın çıktı, sonunda razı oldular. Elli Denge gönüllüsü hapları kullanmaya başladık. Yan etkilerini, gerçekten işe yarama ihtimalini bilmiyorduk ve işin aslı, ister istemez ilk test gruplarından biri olmuştuk.
Sonrası biraz trajedi oldu. Üç kişi direkt öldü. Hapın yan etkileri önceden kestirilemeyen, korkunç düzeylere varabiliyordu. Toplamda yirmi yedi üyemizi kaybettik. Etkilenmeyen sayısı azdı, yaklaşık on kişi hiçbir etki yaşamadı. Ve geriye kalan on üç kişinin dokuz tanesi ise Hafif Değişkin’e dönüşmüş, değişimin etkileri, genel olarak dış görünüşleri veya basit bazı yetenekleri ile sınırlı kalmıştı.
Ben dahil dört kişide ise haplar istenen sonucu vermişti. Bizler Denge’nin yeni gücü, aynı zamanda da Değişkin grupları arasına sızabilecek casusları olacaktık.
Sorgudan Kaçış
Ayakta suyumu içer ve düşünürken, kapının aniden açılmasıyla ayı ile aynı anda irkiliyoruz. İçeri giren adam, görüntüsünden ve tavırlarından anlaşıldığı kadarıyla daha rütbeli.
O ikimize birden “Ne oluyor burada?” diye sorarken, bir adım öne atıyorum. Vaktim az ve bu adam işimi görecek birine benziyor. Ayıya dönüp, “Buraya otur,” diyorum, “ben sana aksini söyleyene kadar da kalkma. Telefonunla ilgilen.” Sesim bu sefer ricacı değil, daha güçlü ve sert çıkıyor. Ayı tereddüt bile etmeden oturuyor, cebinden çıkardığı telefonu ile oynamaya başlıyor. Amirine dönüyorum: “Ben suçlu değilim. Masadaki haplar da kalp ilaçlarım. Bunun için bana özür borçlusun. Ama sana, kendini telafi etme şansı vereceğim.” Yüzünde beliren mahcubiyet ifadesi bir kez daha hızla değişiyor, hevesli bir hal alıyor. Ona hatasını nasıl telafi edebileceğini söylüyorum: “Beraber ofisine geçelim. Bana göz altında tuttuğunuz insanların detaylı bilgilerini, bir depolama cihazına kopyalayıp vermeni rica ediyorum!”
Bu bilgilerin bizim için önemi kritik. Denge’yi yöneten üç kişi dün polis tarafından yapılan bir baskınla yakalandı. Sorgularına başlanmışsa dahi şimdiye kadar ellerine çok bir şey geçmemiş olmalı. Dolayısı ile yapmam gereken şey, ellerimde haplarla yakalanmak ve getirildiğim yerde yetkili bir kişi bulup gerekli bilgileri almaktı.
Bunu benim kadar rahat yapabilecek kimseyi tanımıyorum açıkçası. Çünkü benim yeteneğim, anlaşılacağı üzere, sesimde gizli. Karşımdaki insana istediğimi yaptırabiliyorum. Bir tür ikna yeteneği. Mikrofon ya da kamera kaydıyla denedik ama maalesef işe yaramıyor. Aynı anda birkaç kişi üzerinde denediğimde de yine, bir ya da ikisi etkilenirken diğerleri üzerinde başarısız oldum. Ama bu haliyle de fazlasıyla işime yarıyor.
Planın ilk kısmı başarıyla devam ediyor. Aslında üç kişinin bilgileri bana yeter ama bu kadar ilerlemişken, şehir genelinde göz altına alınanların tamamının dosyasını alıyorum. Açıkçası bunu yaparken çok eğleniyorum. Şaşkınca bakan görevlilerin arasından iki arkadaş gibi geçiyoruz. Beni odasına buyur ediyor. Ona teşekkür ettiğimde ise bana gözlerinin içi gülümseyerek bakıyor ve bu çok manyakça görünüyor; normal zamanlarında bu adamın bir barut fıçısını aratmayacak kadar öfkeli ve sert olduğundan eminim.
Bilgileri bir USB’de teslim ediyor. Teşekkür ediyorum ve önümüzdeki yarım saat boyunca yanı başında duran gazeteyi okumasını rica ediyorum.
Bina çıkışına doğru ilerliyorum.
Zorluklara Karşı “Beton”
Kapıdan geçerken kenarda duran görevli sesleniyor: “Bakar mısın? Beyefendi?” Bu iyi değil, yüzüm fazla tanınıyor. Yanına yaklaşıyorum, “Yerine otur, sesin çıkmasın!” Dediğimi yapıyor ama sesimdeki endişenin yansımasını yüzünde görebiliyorum, şüphe ile bana bakıyor.
Hızlı adımlarla kapıdan geçerken, bir diğer görevliye omuz atıyorum. Yüzüme bakıyor, eli anında silahına gidiyor. “Kıpırdama!” diye bağırıyorum. O donmuş halde kalırken, diğer görevlinin ayağa kalktığını görüyorum; hipnozun etkisi geçiyor.
Koşar adım binadan çıkıyorum ama şansım yaver gitmiyor. Kendimi eli silahına doğru giden iki görevli ile karşı karşıya buluyorum. Sağdakine dönüp “Vur onu!” diye bağırıyorum. Silahının sesi kulak zarlarımı titretirken, emniyet müdürlüğünün çıkışına doğru bir koşu tutturuyorum. Birkaç adım sonra ardımdan silah sesi geliyor ve hemen önümdeki ağaç gövdesinin sol yanından kıymıklar, havai fişekler gibi saçılıyor. İkinci silah sesinden hemen önce, kızıl güneşle arama kocaman bir gölge giriyor: Beton!
Kendine verdiği ismi ile Beton, gerçekten betona benzeyen sert derisi ve iri gövdesi ile kendisini benimle kurşunlar arasına siper ediyor. Üstünden seken birkaç kurşun sağa, sola saçılıyor. Silah sesleri ve heyecan yüzünden iyice yararsız olduğumu hissediyorum ve Beton’un burada olmasından son derece mutluyum. “Haydi,” diyorum, “çok vaktimiz yok. Özel birimler gelmeden kaçmamız lazım.”
Beton cevap vermeden, eliyle beni yere doğru siper almaya zorluyor. Ardından en yakındaki arabaya iki adımda ulaşıp, onu boş bir teneke gibi havaya kaldırıyor. Arabanın emniyet girişine doğru düzgün serbest atışla gittiğini görüyorum. Patlama, kargaşa, kaos eşliğinde gölgelere doğru kaçıyoruz.
Tutuklu Listesi, Bir Ziyaret, Bir Son
Bundan sonraki olaylar o kadar hızlı ilerliyor ki, anlatması bile daha uzun sürebilir. Yeteneğimin artık farkındalar ve haber yayılmadan Denge yöneticilerini kurtarmamız gerekiyor. Kurtarıyoruz da… Bu başka bir hikâye ve ilkinde yaşadığım kadar sorunla karşılaşmadan, temiz bir operasyonla onları kaçırıyoruz.
Diğer yandan tutuklu listesi bambaşka bir olay haline geliyor. Listede sınıflarına göre farklı klasörlerde, pek çok tutuklu bilgisi var. Bunlar içerisinde kanında her tür hastalığı iyileştiren bir tür madde bulunan bir değişkin var mesela ve devlet tarafından suçsuz olduğu halde alıkonmuş. Takip edilmesinde fayda var. Bir diğeri ise polis memuru olmasına, hatta B.A.T. ismini verdikleri özel ekipte yer almasına rağmen, aslında bir değişkin ve hatta diğer değişkinlerle besleniyor! İşte bu ilgimi çekiyor.
Değişkin olduğundan kendisinin bile haberi yok. Zapt edemediği, kontrolsüz bir açlığı ve gücü var ve sırf evrenin bu çirkin şakası yüzünden bir suçlu gibi parmaklıklar ardında tutulmaya mahkûm. Ani bir kararla, tutuklu listesinin kalanını daha sonra incelemeye kendi kendime söz vererek, onu ziyaret etmek üzere yola çıkıyorum…
İçeri girmek artık daha zor ama ben de daha tecrübeliyim. Halihazırda sahip olduğum sahte bir kimlik, bir parça sakal ve peruk çok yardımcı oluyor. Görevlileri mahkûm ile bire bir görüşmeye ikna ediyorum ve özel hücresinden içeri adım atıyorum.
Yüksek tavanlı, penceresiz, neredeyse boş bir oda. Ortasında duran zayıf, pespaye adam, çeşitli yerlerinden zincirlenmiş. Yüzüme önce anlamsız bakışlar atıyor, sonra birden gözleri açılıyor. İçine çektiği derin nefesle birlikte baştan ayağa gerildiğini hissediyorum. “Git buradan!” diye bağırıyor. Sakince yanına yaklaşıyorum, “Bana zarar vermeyeceksin.” Diyorum. “Değişme, aç değilsin. Değişme.” Sakinleşmeye başlıyor.
Arkamı dönüp görevliye sesleniyorum. Gelen polise tutuklunun zincirlerini çözmesini emrediyorum. Dediğimi tereddütsüz yapmasına rağmen, bütün vücudunu ter bastığını gözlemliyorum. Tutuklu serbest kaldığında, elleri ile bileklerini ovalıyor. Aylardır zincirli ve tutsak, düşündükçe öfkeleniyorum.
Bir anda içeriye polisler doluyor. Kameralardan görmüş olmalılar! Bir şey söyleyemeden bir vızıltı, peşi sıra bir kükreme ve silah sesleri duyuyorum. Dünya kararıyor ve gördüğüm son şey ardımdaki tutuklunun gittikçe uzayan, titreşen gölgesi oluyor.
Bir ara sokakta uyanıyorum. Kurtardığım Değişkin tarafından kurtarılmış olmalıyım. Az ileride çömelmiş, yüzüme bakıyor. Adeta acı çeker gibi bir ifadesi var. Yüzüne bakıp, “Söyle,” diyorum, “nedir derdin?”
“Çok açım” diye cevap veriyor.
Ayağa kalkıyoruz, güçlükle. Elimi omzuna koyuyorum, “Söz veriyorum!” diyorum, “Bundan sonra hiç ama hiç açlık çekmeyeceksin!” Çekmeyecek; bunu bizzat ben sağlayacağım. Kafasını olumlu anlamda sallamakla yetiniyor. Dar sokakta, yavaş adımlarla gölgelere karışıyoruz.
Not: Sevgili Etkin Kıraşı’ya, görsel çizimi için teşekkürlerimle…