Öykü

Bir Kış Masalı

Yazar: Eren Kasapoğlu
Görsel: Etkin Kıraşı Dağar
Tarih: 27 Şubat 2021

Dokuz – on yaşlarındaydım. Yüreğimi ısıtan bir haberin peşinde, gözlerim gökyüzünü tararken, bir yandan da derin derin düşünüyordum. Kar yağacak mı? Çok mu yağacak? Okullar ne zaman tatil olur acaba…

Hava durumunu sunan kadın çok ciddi görünüyordu. Sözlerinin her kelimesine inanan, adeta bir dua gibi içinden tekrarlayan, benim gibi milyarlarca çocuğun gözlerine baka baka yalan söylemiş olamazdı. Camı gürültüyle açıp, kafamı temiz ve buz gibi havaya uzattım. Rüzgar perçemimi bir yokladı önce. Sonra kükredi; kulaklarımda, en derin mağaraların en karanlık yerlerinde sürünen, kötü niyetli şeylerin derin uğultularını duydum. İçim titredi.

Neyse ki araya annem girdi: “Çabuk!” dedi, “Gir içeri ve camı da sıkıca kapat. Hasta olacaksın!”

İçeri girdim, camı kapattım. Anneler son derece bilgili, sevgi dolu, yüce varlıklardır; ama bazen can sıkıcı olabiliyorlar. Özellikle böyle durumlarda söz dinlemediğinizde, tehlikeli bile olabilirler. Çocuk olmak zor iş. Ne zaman, nasıl davranmak gerektiğini öğrenmem birkaç senemi aldı.

Biraz daha havayı ve gökyüzünü izledim. Havanın bu durumu, hiç de televizyondaki durumuna uymuyordu. Heyecanımdan boşalan yere hayal kırıklığı kurulmaya başladı. Tam vazgeçiyordum ki, parlak ve hızlı bir şey gözümün önünden geçti.

Bu sene gördüğüm ilk kar tanesiydi. Parlak, berrak, göz alıcı bir güzellikteydi. Aynı zamanda, usta bir samurayın elinden fırlatılmış bir ninja yıldızı kadar kararlılıkla ve hatta biraz aceleyle yeryüzüne doğru iniyordu. İniş için en uygun yere bakarken, önce biraz sağa, sonra sola meyletti ve kendinden emin bir şekilde, bahçenin hemen önümde bulunan, en stratejik noktasına kondu. Peşi sıra bir grup kar tanesi daha geldi. Bunlar daha farklıydı. Kendinden emin, yavaşça süzülen, güçlü kar tanecikleriydi. İlk kar tanesinin etrafına doğru yayıldılar. Onu çevreleyip, koruma altına aldılar. Hepsinin de gözü yukarılardaydı. Merakla onların baktığı yere bakmaya, bekledikleri tehlike her neyse, onlarla birlikte beklemeye başladım.

Gökyüzü karardı. Düşman yukarıda belirdi. Sert ve seri bir dolu taarruzu başladı. Etraf beyaza boyanırken, korumalarının arasında duran, artık bir prenses ya da kraliçe rütbesinde olduğundan emin olduğum ilk kar tanesine ilişti gözüm. Bir kar tanesinin gözleri olur mu bilmem; ama o anda, ben onu ne kadar gördüysem, onun da beni o kadar net bir şekilde gördüğünü biliyordum. Tepesine yağan, onu ve etrafındakileri bombardımana tutan dolu fırtınasının aldırmadan, kısa bir süre bakıştık. Tüm o hengamenin içinde bana parladı kar tanesi. Göz alıcı, eşsiz parlaklığını ilk ve son kez gördüm. Sonra gökyüzü daha bir karardı, rüzgar savaş çığırtkanlığı yapmaya başladı.

Tüm sesleri boğan, yok eden, yoğun, ağır, iri kar taneleri, sert kuzey rüzgarının askerleri, dünyadaki başka hiçbir şeye benzemeyen, eşsiz bir düzende inmeye başladı. Kar tanesi ve korumalarının üstüne saldırdılar. Onları sıkıştırdılar, ezdiler, hapsettiler. Artık o kar tanesini göremiyordum. Muhteşem parlaklığı, aklımdan hiç silinmeyecek bir anıydı.

Ayağa kalktım. Dokuz yaşındaki bir çocuğun, diğer hiçbir yaşa ait olmayan bazı sorumlulukları vardır. Bu da onlardan biriydi. Derhal üstümü giyindim ve kapıya doğru hamle yaptığım sırada annemle göz göze geldim..

“Nereye, hayırdır?” diye sordu, yarı şaşkın, yarı şüpheci bir sesle. Bir an durdum. Ne demeli? Aklıma saçma sapan bahaneler geliyordu. Nihayet doğruyu söylemeye Karar verdim. “Karlar prensesini kurtaracağım. Başı büyük dertte!” Son cümlemi söylerken, endişeyle cama doğru bakmıştım. Annem akıllıdır da aynı zamanda, anında durumun ciddiyetini anladı. Havanın Kötüleştiğini, kısa sürede dönmem şartı ile çıkabileceğimi söyledi.

Fırtına gibi çıktım kapıdan. İki katı bir nefeste koşarak indim. Sokak kapısından çıkıp, iki adım atmıştım ki, hain dolu ve kar tanelerinin hazırladığı tuzağa düştüm: Ayağım bir anda yerden kesildi ve popomun üstüne oturdum! Pes etmedim, hemen kalktım. Zamanım azalıyordu. Derhal kar tanesini gördüğüm yere gittim. Kararlı ve sert adımlarla, yolumun üzerindeki tüm kar ve dolu taneciklerini eziyor, yüzüme minik ama kuvvetli elleriyle baskı yapan rüzgara meydan okuyordum. Nihayet o ilk karın düştüğü yere geldiğimdeyse, moralim biraz bozuldu.

Her yer bembeyaz olmuş, ilk kar tanesi, düşman yığınları tarafından ele geçirilmişti. Etrafa bakındım. Ellerimle yavaşça karları iteleyip, O’nu görmeye çalıştım. Rüzgar inadına kükrüyor, kar tanesi orduları üzerime saldırıyordu. Israrla ve inatla kar tanesini gördüğüm yeri aramaya, etrafı eşelemeye devam ettim. Ve işte oradaydı! Nasıl anladım bilmiyorum, belki rengi, belki parlaklığından; ama şüphesiz bir şekilde bulmuştum onu. Bir sürü düşman tarafından etrafı sarılmış, çaresizce kaderine razı olmuştu.

Elimi daldırdım. Tek hamlede onu kurtardım, güçlü rüzgara sırtımı verip, buz tutmuş nefesimle etrafındaki düşmanları temizledim. Nihayet, cüssesi yanında dev gibi kalan avucumun ortasında duran, muhteşem kar tanesiyle baş başa kaldık. Göremediğim gözlerini bir kez daha üzerimde hissettim. Sonra, belki de dünyanın en küçük ağzından, dünyanın en hafif fısıltısı geldi kulaklarıma: “Kurtardın beni. Kurtaracağını biliyordum. Gerçek bir kahramandan daha azı beklenemez zaten.” Gurur duyuyordum. Çok mutluydum. Ses devam etti, “Ne yazık ki artık gitmem gerekiyor. Buradaki zamanımı çoktan aştım.”

Kendimi hem mutlu, hem de hüzünlü hissettim. “Peki” diyebildim sadece, ardından ekledim: “Ben de gitmeliyim. Annem merak eder.” Birden içim ısındı sanki, rüzgarı hissetmez oldum. Yine bana bakıyor olmalı, diye geçirdim içimden. Bir an sonra sözleri, rüzgarın içindeki rüzgar gibi tekrar çalındı kulaklarıma: “Bugün yaptığın kahramanlığın ve tanışmamızın adına, sana bir hediye veriyorum. Onu hep saklayacak ve ondan güç alacaksın sevgili kahramanım!”

Heyecanlanmıştım ama bir yandan da kahramanlığın gerektirdiği bazı şeyler vardır. Büyük bir vakarla, “Bunu ödül için yapmadım sevgili kar tanesi.” dedim ve hemen peşi sıra ekledim, “ama merak ettim, nedir bu ödül?!”

“Bir hikaye.” dedi, gözümün önünde buharlaşırken, “Seni sıkan, boğan, şekillendiren, körleştiren, kısacası seni büyüten katı duvarlardan öteye, bugüne bakmanı sağlayacak bir hikaye verdim sana.”

Eve döndüm. Annem sordu: “Kurtardın mı bakalım prensesi?” Ağzımın içinde, mırıldanarak cevap verdim. “Dur,” dedi, “kahramana, gücünü toplaması için bir tabak sıcak çorba geliyor!” Mutfağa doğru uzaklaştı. Hayal kırıklığı içindeydim. Kar tanesi biz çocukları çok bilmiyor olmalıydı; çünkü bizler hep hikayelerde yaşarız.

Bana verdiği, beynime kazıdığı müthiş hediyenin değerini anlamam için, aradan bir on beş – yirmi yıl geçmesi gerektiğini nereden bilebilirdim?


Not: Sevgili Etkin Kıraşı’ya, görsel çizimi için teşekkürlerimle…