Öykü

Düzen, Kaos ve Kader

Yazar: Eren Kasapoğlu
Tarih: 26 Nisan 2019

Boşluk, yokluk, bir bardak sade kahve gibidir. Koyulaştıkça, yoğunlaştıkça etkisi artar. Boşluğun en yoğun olduğu, hiçliğe döndüğü an, kahvenin zifte dönüştüğü, zehir zıkkım olduğu andır; insan bünyesi ikisini de kaldırmaz.

Bilinen evrenin sınırları dışında, bilinen-bilinmeyen her şeyin ortasında mutlak bir hiçlik noktası vardı. Öyle bir nokta ki, en küçük iğnenin ucundan bile daha küçük, görünen tüm siyahlardan daha siyah, yoklukla kaplı zifiri bir karanlık. Tüm evrenin kendisinden an be an uzaklaştığı başlangıç noktası ve yine tüm evren içinde hareket etmeyen, uzayın ve zamanın donakaldığı tek yer.

Yaratımın üç çocuğu hep olduğu gibi, bu noktanın yanı başında durmuş, derin bir sohbet içerisindeydi. Kader, Düzen ve Kaos, var oldukları andan beri düzenli olarak yaptıkları bu konuşmalarda birbirlerini dinlemeyi ve birbirlerinin fikirlerine saygı duymayı öğrenmişlerdi. Sohbetleri, en keyifli alışkanlıkları olmuştu.

Düzen lafa girdi. “Mesela Krçzzbbrrnnh (bir kelimeden çok, tahtaya sürtülen tebeşir sesinin notalı hali gibi bir ses zihinlerinde çınlamıştı) gezegeninin zeki sakinlerine bir bakın.” Sonra verdiği aceleci ve yetersiz bilginin farkına vardı: “Bakmanız gereken yeri ve zamanı bilmiyorsunuz tabi, durun ben size göstereyim.”

Yaratımın üç çocuğu hem varlıklarının özü hem de bulundukları yer sebebi ile zamandan ve mekândan bağımsızdı. Onlar için zamanın tek anlamı, başı-sonu belli bir filmi birbirlerine anlatırken ya da filmi izlerken, belli bir sahneyi adreslemek ya da kaldıkları yeri işaretlemekten ibaretti.

Düzen ortak zihinlerinde bir görüntü oluşturdu. Krçzzbbrrnnh gezegeninin aynı isimli halkı görüntünün her yerindeydi. Ama o kadar çok varlık bir karede ancak bu kadar düzgün ve düzenli durabilirdi. Gezegene doğan Güneş benzeri yıldız en yakıcı noktasını geçene kadar bulundukları korunaklı yerlerde, bir tür uykusuz trans halinde duruyor, yıldızın etkisini yitirdiği bölgedekiler transtan çıkıp, aynı anda günlük rutinlerine ve işlerine başlıyorlardı. Duygudan, histen arınmış ve tamamen mantık temelleri üzerine inşa ettikleri hayatları ve istisnasız tüm bireyleri ile durmadan çalışan bir halk. Gezegendeki hayat çalışma, geliştirme ve dengeden oluşan bir düzen üzerineydi. Teknolojik olarak son derece gelişmişlerdi. Yıldız sistemine kurdukları kolonilerde de aynı düzen ve disiplini korumuşlardı.

Düzen göğsünü şişirdi; “Şu ahenge bir bakın. Şu düzene ve disipline bir bakın. Durmadan gelişen, ilerleyen, öğrenen bir varlık topluluğu. Mükemmelliğin simgesi biz değilsek onlardır!”

Bu iddialı argüman üzerine Kaos lafa girdi. “Şurayı görüyor musun?” Parmağı ile yıldız sistemine kurulan kolonilerden birini göstererek, “Tüm dış tehlikelere karşı korunaklı bir koloni burası. Düzenli kontrol ve geliştirilen savunma sistemleri ile bireylere yüzde yüz güvenli, mükemmel yaşam olanakları sağlıyor.” Kaos konuşurken, yüzündeki gülümseme hüzünlüydü. “Yıldız sisteminin hemen dışında, bu koloniyi yok edecek yaklaşık beş milyardan fazla tehdit var. Bunların bir kısmı birbiri ile etkileşim içerisinde.” Kafası şimdiden karışmış kardeşine bir göz attı. “Dahası, düzen ve disiplin mükemmelliğe yakın olabilir; ama her zaman kendi içinde bir miktar hata barındırır. Koloni sınırlarında, ileride ciddi sorunlara yol açacak yedi farklı hata var. Beş milyar farklı dış etken ve yedi iç etkenin kombinasyonu… Daha da derine indikçe ihtimaller çoğalacaktır. Sevgili kardeşim, kaos her zaman ve her yerde.”

Zamanı o yıldız sisteminin zaman dilimine göre bir miktar ileri alınca, bahsi geçen koloniye doğru ilerleyen dev göktaşını ve çaresizce onu durdurmaya çalışan Krçzzbbrrnnh halkını gördüler. Sessizce izliyorlardı. Aralarında zafer ya da yenilgi yoktu, bu Kaos için sadece bir tespitti.

Kader’in sesi zihinlerini sardı; içlerinde en karizmatik ve aynı zamanda dramatik zihin sesine sahip olan oydu. “Düzen ve kaos,” diye başladı, “her zaman iç içe. Biri olmadan diğerinin varlığı nasıl olurdu? Şüphesiz bunu hayal etmek bizim bilgeliğimizin bile ötesinde. Ama unutmamak gerek; varoluşun, uzay ve zamanın başlangıç noktası her daim bellidir ve biz onun önünde duruyoruz. Var olan her şeyin gittiği ve gideceği, her varlığın olduğu ve olacağı, önceden bu başlangıç noktasına göre belirlenmiştir.”

“Sevgili kardeşim,” diye lafa girdi Düzen, “senin varlığının önemini inkâr etmek hiçbirimizin haddine değil; ama uzay ve zaman içinde çeşitli ırklardan varlıkların senin isminin üzerine yükledikleri anlamlar, bazen varoluş amacını aşıyor. Sen bizi bir arada tutansın. Düzen ve Kaos’un dengede kalması senin sayendedir, tamam; ama pek çok ırk zaman içinde seni bizim önümüze koyup, kadercilik kavramını ortaya attığı için, kendi gelişimlerini sınırlamışlardır.” Bu da bir tespitti.

Kader öne, mutlak boşluğa doğru bir adım yaklaştı. Uzun ve içten içe kendi önemini bizzat yaratımla harmanlayıp, bir adım öne çıkaracak konuşmasına başlamadan önce kendini hazırladı. Diğerleri oldukları yere sindiler. Bu tür konuşmaların ezici galibi hep Kader olurdu. Tam lafa girecekken, sıra dışı bir şey gerçekleşti ve Kaos heyecanlı bir şekilde sözünü kesti: “Bir dakika, bir şey duydum!” Üçlünün kendi gözlemleri dışında, zaman içerisinde dışa vurulan sözler ve düşünceler boş uzayda dolanır, çok ama çok nadiren kendileri ile ilgili olan bazıları müthiş zihinlerine dokunurdu. Diğerleri hemen dikkat kesildi.

“Dünya gezegeninde.” Kaos birden odaklandı, düşüncenin silik anısını takibe koyuldu. Dünyayı buldu, zamanı buldu. Enerjiden oluşan varlıklarını oraya yönlendirdiler. Mavi kubbenin altına kadar indiklerinde düşüncenin yüksek sesle sarf edildiğini, seslerle paylaşıldığını gördüler. Bu etkisini artırmış, onlara kadar taşımış olmalıydı. Kaos zamanı az geriye aldı ve üç mutlak varlık Düzen, Kaos ve Kader, fani insanların sohbetini izlemeye koyuldular.

Binanın etrafı polis araçları ve itfaiye ile çevrelenmişti. Bir iş hanı olarak kullanılan binada hem ana çıkış hem de acil çıkışlar tutulmuş, görevliler iç kapılara kadar dayanmışlardı. Beline doladığı bombalara bağlı kablonun ucu, sol elindeki kumandaya kadar ulaşan adamın, yer yer kızarmış ve aşırı terli yüzü, stresini dışa yansıtıyordu. “Son kez söylüyorum! Bana yarım saat içinde Vivaan Ahuja’yı getirmezseniz düğmeye basarım ve hep birlikte havaya uçarız! Başka da hiçbir şey istemiyorum! Onunla konuşmak istiyorum!”

Sağ elinde bir de silah vardı. Görevlilerden biri göz ucu ile baktıktan sonra cevap verdi. “Konuştuk, yolda! Ama o geldikten sonra ne olacak? Eğer bize hemen teslim olursan, senin onunla konuşmanı sağlayacağımıza söz veriyoruz Pradeep!”

Pradeep bu teklife aldırmadı, “Saat işliyor, başka da diyecek bir şeyim yok!” Bu sırada kendisini izlemeye gelen üç varlık tüylerini diken diken ettiyse de fark etmedi.

Ölümsüzler on iki dakika bu sahneyi izlediler. Rehinelerin acılarını, ıstıraplarını, öfke ve umutlarını hissettiler. Ama hissettikleri enerji ve düşüncelerin kaynağı olan Pradeep sessizdi. On iki dakika sonunda nihayet Vivaan Ahuja, meşhur düşünür ve yogi, üzerinde çelik yeleği (ve elbette dinleme cihazı ile) içeri girdi.

“Merhaba Pradeep.”

“Merhaba Vivaan.” diye sakince cevapladı Pradeep. “Sana sormak istediklerim var. Bu şekilde olduğu için üzgünüm.” Biraz düşündü, “Diğer yandan da aslında senin inancına göre bu şekilde olmasının bir nedeni var.” Vivaan cevap vermeyince devam etti, “Peki, ilk sorum şu: Kadere inanıyor musun?”

Vivaan sadece “Evet.” dedi.

“Tamam. Peki kadere inancın temelinde, her şeyin bir nedeni olduğu, belli bir nedenden dolayı gerçekleştiği mantığı vardır. Yani hiçbir şey rastlantısal değildir; ama bir düzen içinde olması da gerekmez. Sadece önceden olacağı bellidir ve bir nedeni vardır. Doğru mu?”

“Evet.” Pradeep daha fazlasını bekliyordu; Vivaan bunu gördü, biraz düşündü. “Kadere inanmak, bir anlamda yaratıcıya inanmaktır. Bizler, tüm canlılar, öylesine can bulmuş varlıklar değiliz. Olan her şey yaratıcı ile alakalı ve O’nun iradesi dahilindedir.” Biraz daha düşündü, “Sadece canlılar da değil, canlı ve cansız her şey.”

Kader tüm bu akıp giden felsefi konuşmadan memnun, gülümsüyordu. Düzen ve Kaos birbirlerine ve ona baktılar. Konuşmanın sonu, tartışmaları için hiç iyi olmayacak gibiydi.

Pradeep devam etti. “Peki. O zaman mesela benim sol elimde uzaktan kumanda ve sağ elimde silah olmasının, öteki türlü olmamasının da bir nedeni var, öyle mi?”

Vivaan soru karşısında şaşırmıştı. Düşünürken, Pradeep hızlıca iki elinde bulunan kumanda ve silahın yerini değiştirdi. Bu esnada rehineler arasından iç çekme sesleri, korku ve dehşet duyguları yükseldi. “Ve bunu yapmamın da bir nedeni var. Hatta senin buraya gelmenin de.”

Vivaan “Sevgili Pradeep,” dedi, “genel felsefe bu ve cevabım aynı: Evet. Her şeyin bir nedeni var. Sadece biz her şeyi bilemeyebiliriz. Bu, bir nedeni olmadığı, bir amaca hizmet etmediği anlamına gelmez. Asıl olan…”

“Evet, evet!” Sözünü kesen Pradeep’in vücut dili ve ses tonu sabırsızlığının bir göstergesiydi. “Haklısınız, özür dilerim sözünüzü de kestim. Son bir sorum olacak ve sonra bence buradaki işimiz bitiyor Vivaan. Şimdi, eğer birazdan sayacağım üç şeyden en azından bir tanesinin nedenini bilirseniz, sizi ve buradaki herkesi bırakacağım. Hatta belki silahımı da… Hazır mısınız?”

Vivaan da son derece gerilmişti. Alnı boncuk boncuk terlerken, tek yapabildiği kafasını olumlu anlamda sallamak oldu.

“Bir, neden dünyanın en masum varlıkları bebekler, doğar doğmaz hastalanıp ölür?”

“İki, neden bazı insanlar doğuştan kör ve renklerden, rüzgârda dans eden ağaçların görüntüsünden, sevdikleri insanın gülen yüzünden mahrum olur?”

“Üç, neden küçük, masum çocuklarımız tecavüze uğrar?”

Vivaan bir şey diyecek oldu ama demedi. Uzunca bir süre düşündü. Pradeep üsteledi, “Neden?!”

“Pradeep, seni anladığımı düşünüyorum; ama dediğim gibi her şeyin bir nedeni var. Sadece bizler bu nedenleri bilemiyoruz. Belki de cevap ortada ama bizim anlayışımızın ötesinde.”

Vivaan devam edecekti ama Pradeep’in gözlerinden akan yaşları görünce sustu. “Sevgili Vivaan, sorularıma cevap veremedin.” Pradeep’in sesi çatallanmıştı, “Söylesene,” dedi, “neden; neden sen ve ben tam şu dakikada buradayız? Kader mi bu?” Düzen ve Kaos dönüp Kader’e baktılar; ama Kader derin düşüncelere dalmıştı.

Son kez “Neden?” diye tekrarladı Pradeep ve düğmeye bastı. Şiddetli ısı ve ışık enerjisi, basınçla sıkışan ve merkezinden uzağa doğru ötelenen havanın basıncı, yüksek ses dalgaları, çığlıklarla karışık korku, acı ve panik duyguları… Ölümsüzler bu yoğun âna ancak bir yere kadar dayanabildiler. Düzen’in bir düşüncesi ile tekrar başladıkları yere, hiçliğin merkezine döndüler.

Sessizlik… Nihayet, “Evet,” dedi Kaos, “nerede kalmıştık?” Kader bir süre cevap vermedi. En sonunda “Biraz gözlemlemek istiyorum.” dedikten sonra uzayın soğuğuna, zamanın rüzgârına karıştı gitti. Düzen ve Kaos her şeyin ortasında, sessizce durmaya devam ettiler.