Öykü


Sanırım Gittiler...
Yazar: Eren Kasapoğlu
Tarih: 23 Ağustos 2023
Sıradışı Bir Sohbet
Denizin, gün ışığının gücünün yetmediği, hatta fazla ağırlık yapan kırmızısını yolda salıverdiği kadar derinleriydi. İri, heybetli, yaşını başını almış bir orfoz, bölgesinin sınırlarını geçmeden, tembel tembel süzülüyordu. Bölgesinde ortam sakindi. Tok karnı ve rutini bozmayan sakin günün etkisiyle, tam da bir tilki uykusu fikri cazip gelmeye başlamıştı ki, az ileride kıpırdanan gölgeler dikkatini çekti. Güçlü bir kuyruk hareketi ile işgalci gölgelerin içine daldı.
O bölgeye özel, kuvvetli akıntıyla ıkına sıkına mücadele veren iki ufak levrek, iri orfoz karşılarında belirdiğinde, bir an panikle birbirlerine baktılar. Tecrübeli olanı, bir baş işareti ile orfozun tıka basa dolu midesini işaret etti; şu an için güvende gözüküyorlardı.
“M-Merhaba!” dedi levreklerden biri. Gençliğin verdiği cesaret olsa gerekti. Orfoz üstüne alınmamış gibi görünse de, kısa ve hareketsiz bir sessizliğin ardından karşılık verdi, “Size de merhaba!” Merakı ağır basmıştı, “Buralarda ne işiniz var? Boyutlarınıza bakıyorum da, henüz eğitiminiz bile bitmemiş olmalı.” İki levrekten biraz daha tecrübeli olanı cevap verdi, “Ah! Fakat sayın orfoz abimiz, eğitimimizin bir parçası bu. Derin su akıntıları ve büyük körfez turu artık biz levrekler için zorunlu oldu”.
Orfozun aklına bir an levrek tadı gelince, ağzının suyu deniz suyuna karıştı; ancak konu ilgisini çekmişti ve bu iki arkadaştan daha fazlasını öğrenmeyi umuyordu. Dişlerini göstermemeye çalışarak gülümsedi. “Sadece meraktan,” dedi, “derin su akıntıları, karanlıkta yön bulma ve ilerleme eğitimi… Bunları ve diğer amaçları anladım. Yine de risk almanıza değmeyeceğini düşünüyorum. Eğitim güzergahınız neden değişti?”
“Onlar,” dedi levreklerden ufak olanı yüzünü buruşturarak, “insanlar yüzünden! Zehirli ve zararlı bu canlı türü her nasılsa denizin hem altını hem de üstünü kirletiyor. Aşırı parlak ve yağlı ciltleri, suyun üzerinde kirli yağ tabakaları oluşturuyor. Denize bıraktıkları parlak ve bir türlü yok olmayan çeşit çeşit atıkları, sudaki tüm kabukluları ve besleyici yosunlar da dahil tüm su altı canlılarını yavaşça yok ediyor!” Orfoz, genç levreğin duruşu ve hareketlerindeki değişimi fark etti, ileride bir sürüye liderlik edeceği neredeyse kesindi. Levrek durmadan ve heyecanla anlatıyor, orfozun pek çoğunu zaten bildiği, duyduğu detayları ardı ardına sıralıyordu. “Süngerleri mesela,” diyordu, “kirli atıklarıyla zarar veremediklerini, sert, parlak cisimlerle kesip, koparıyorlar. Bizim bölgenin en yaşlılarından olan ıstakoz Muri’yi, bir tanesi evinden vahşice söküp aldı. Çaresiz çırpınışlarını görmeliydiniz!”
Sonra levrek sustu; ekürisi şaşkınlıkla ona bakıyordu. Orfoz ise etkilenmişti. Bir şeyi bilmek, onu anlamakla aynı şey değil, diye düşündü. Anlamak da onu yaşamakla, hissetmekle aynı değil. Daha fazlasını öğrenmeliyim.
“Pekala, sanıyorum durumu gayet iyi anladım. Yine de aklımda ufak bir soru işareti var.” Bunun ardından orfoz, iki-üç dakikalığına sustu. Devam etmeden önce emin olmalıydı. Akıntının yönüne ve şiddetine baktı, suyun sıcaklığını ölçtü. “Siz levrekler biraz geç kalmışsınız.” dedi. “Akıntı soğuğa yüzünü dönmüş. Sıcaklık oldukça makul; insan canlısı bu dönemden sonra, uzunca bir süre denizlerden çekilecektir. Hatta bence çekilmiş bile olabilirler, çok kıyılara yaklaşmadığım için emin olamıyorum.”
Tecrübeli levrek, “Bizim türümüz, aldığı hızlı kararlarla bilinmez zaten.” diye cevapladı. “Sudaki değişimlere göre hayatımızı sürdürürüz, pek çok diğer tür gibi. Hatta siz orfozlar gibi. Yumurtlama, yavrulama, çiftleşme dönemlerimiz hep bellidir. Bunlar değişmediği sürece de, genel olarak herhangi bir değişimin bizim için ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz.”
Orfoz tahmin etmekten fazlasını yapıyordu, bizzat yaşadığı değişimin zorlukları bir an zihninde döndü. Gün ışığını daha iyi alan sularda, sevdiği üç diğer türdeşiyle yaşadığı zamanlara gitti. Bir tanesi insanların atıkları yüzünden zehirlemiş, diğer ikisi ise ani bir baskınla, yine insanlar tarafından avlanmıştı. Daimi olarak içine çekildiği karanlık, sadece bir güvenlik önlemi değildi; uzun süreli yalnızlığının, içinde hissettiği kocaman boşluğun da bir gölgesi, bir yansımasıydı.
“İnsanlar gerçekten gitmişler midir?? Bir süreliğine de olsa, eski bölgemizde, eski eğitim sularında yüzmeyi çok isterdim.” Genç levrek heyecanla konuşuyordu ve aslında sorduğu soru orfozun da kafasını kurcalıyordu. Bu müthiş mucizevi değişimi hayal etmesi bile…
Birdenbire, içine çekildiği karanlığın kasveti ve bu konuşmanın ve hatta tüm yaşadıklarının etkisiyle kararını verdi. Bu soruların kesinlikle cevaba ihtiyaçları vardı. Kararını beyan etti: “Hızlıca insanların gidip gitmediğini araştıracağım. Eskiden gezindiğim bölgede kısa bir tur atma fikri hoşuma gitti.” Yine gülümsedi ama bu sefer dişlerini saklamaya çalışmamıştı. İki levrek bir an ürperdiyse de, konunun önemi ve heyecanının etkisiyle, bu ürpertiyi hemen üzerlerinden attılar.
“O zaman beraber gidelim ve araştıralım! Son durumu en iyi kıyı balıkları bilir!” Tecrübeli levrek hayretle daha genç olana baktı: Bir orfozla birlikte kıyılarda gezinmek!! Ama söz ağızdan çıkmıştı ve orfoz başını sakince salladıktan sonra, herhangi bir uyarıda bulunmadan, yönünü kıyıya doğru çevirdi. Ağır hareketlerle ilerlemeye başladı.
Sığ Sularda Yapılan Derin Araştırmalar
O günü çevredeki balıklar hiç unutmadılar.
Dev bir orfoz ve yanında, taze tutmaya gayret ettiğini düşündükleri iki parça öğlen yemeği. Derin suların dinginliğini bozan, rutini ile tezat, bir anlamda komik olan bu görüntü, hafızası en zayıf balık türlerinin bile zihnine kazındı. Daha garip olanıysa, birlikte gezen bu küçük grubun, ara sıra durup, etraflarını incelemesi, yollarının üstüne düşen balıklarla sohbet etmesiydi. Su altı dünyasında bu tür sohbetler pek olmaz, genelde her güruh kendi işine bakardı.
Üçlü kıyıya doğru ilerlerken, birkaç kez karşılaştıkları farklı balık gruplarına insanları sordular. Hiçbiri, tek bir tanesi bile ne insanlarla, ne de kullandıkları tuhaf araç-gereçlerle bir süredir karşılaşmamıştı.
Savını tekrarladı orfoz. “Dediğim gibi,” dedi, yandan yandan levrekleri keserken, “insanların sulardan çekildiği döneme girmişiz. Bir süre ortalıkta çok görünmezler; ama dikkati de elden bırakmamak lazım tabi.” Ufak ve cesur (bazen orfoza göre bir miktar fazla cesur ve hadsiz, hatta yenilesi) levrek lafa karıştı: “İnsanların sulardan çekildiği dönemler gibi değil, bence başka bir şey var. Bizleri yakaladıkları, avlayıp, öldürdükleri araçların bu dönemde daha fazla görülüyor olması lazım. Onlar da yok.”
Bu sırada, ufak bir makas sürüsünün içine girdiler. Orfoz güçlü iki kuyruk darbesi ile aralarına daldı. Birkaç saniye sonra yerine döndüğünde, zavallı makas sürüsünün üyelerinden birkaçını sakince çiğnemekteydi. Korku dolu, kocaman balık gözleriyle kendisine bakan levreklere döndü, “Ne var?! Medeni sohbetimiz bizi daha az mı balık yapıyor? Doğamızda var beslenmek.” Bir süre kimseden ses çıkmadı. Karnı o an için doyan orfoz, dikkatini gittikçe sığlaşan, ısınan, kirlenen, ama hala insan ırkına ya da ölümcül, gürültülü aletlerine dair bir işarete rastlamadıkları sulara verdi. Bir şeyler gerçekten farklıydı.
Birbirine pis pis bakan, bölgeci (ve kavgacı) iki kaya balığı, şişko bir çipura, gözünün tekini insanların uzattığı tuzaklı yemi yerken kaybeden iri bir kefal, bir melanur grubu, su yüzeyine doğru yatmış, beslenen bir zargana çifti… Hepsinin de gözündeki anlık, aynı şaşkın ifade, ve sonrasında gittikçe ilginçleşen sohbete gösterdikleri ilgi benzerlik gösteriyordu. Gözlemleri de öyle: Hayır, insanlar yoktu. Evet, sığ sular hala insanların bıraktığı pislikle doluydu. Hatta her zamankinden daha da pisti ama sessizdi de. O gürültülü araçları bir süredir hem görmemişler hem de duymamışlardı. İnsanlar ve araçları, uzun mesafelerden duyulabilecek kadar çok gürültü yapardı.
İşte, o gürültünün de olmaması durumu iyice garipleştiriyordu.
Yeniden Görüşmek Üzere!
Melanur grubu ile yaptıkları sohbet sırasındaydı; melanurlardan bir tanesi uyardı, “Kıyıya daha fazla yaklaşmamanızı öneririm. Sular, artık bizler için yaşanılamayacak seviyede kirlenmiş durumda. Zaten daha fazla yaklaşırsanız, bunu dip akıntılarıyla ya da suyu süpüren rüzgarlarla sürüklenen ölü balıklardan da anlayabilirsiniz.” Orfoza döndü, “şahsen o koca midenizi bu balıklarla kirletmemenizi öneririm sayın orfoz. Maalesef onları yiyen deniz canlıları da ölebiliyor.”
Bunun üstüne orfoz ağzını açtı ama bir şey demedi. Karnı yeniden acıkıyordu. Tam kendisini uyaran da dahil birkaç melanuru mideye indirmeye niyetlenmişken, levreklerden biri ani tepkisi ile dikkatini dağıttı: “Şuraya bakın!” Yaklaşık yedi metrelik suda üzerlerine çökeyazan karaltı ile bir anda donup kaldılar. İnsan araçlarından biri gelmişti. Hem de o kadar sessizdi ki, normalde gelişini yüz metre öteden fark edip, kaya diplerine saklanan, kamufle olan orfoz bile fark edememişti. Çıt çıkarmadan, üzerlerinde duran, rüzgarla ve dalgalarla birlikte uyumlu bir şekilde sallanan dev şekli izlemeye başladılar.
Bir süre geçti. Dev insan aracı sürüklenmeye devam ediyordu; ancak ne bir farklı hareket, ne de bir ses vardı. Araç yavaşça uzaklaşırken, orfoz derin düşünceler içinde onu izliyordu. Aracın boş, yani en azından insansız olduğundan neredeyse emindi (araçta birkaç yengeç ya da bir avuç palamut olsa ne fark ederdi ki zaten?). İnsan ırkı ile ilgili bir şeyler değişmiş gibi görünüyordu; ama neler? Ne olduğunu nasıl öğrenebilirdi? Derin sulardaki kaynaklarına sorardı elbet, ama ya kıyılar? Daha uzak yerler?
“Bu iş artık cidden garipleşmeye başladı.” Tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Kafasını melanur grubuna doğru salladı, “Siz kıyı balıkları sığ sularda bir araştırma yapabilirsiniz, ve siz de,” levrekleri işaret ederek, “göçebe bireylere sahip bir türsünüz ve oldukça sosyalsiniz de. Diğer yandan benim pek fazla çevrem yoktur, ama derin su balıklarından birkaçı ile görüşebilirim. Tabi zorlama yok, eğer isterseniz… Ne dersiniz?” Melanurlar ve levrekler birbirine bakıp, kısaca onaylaştılar. Orfoz, melanurların arkasında kalan ve onları izleyen makasların ve kefallerin de yaklaştığını gördü. Devam etti:
“Pekala, güzel. Siz kıyı balıkları, tüm bu kıyıyı araştırın, soruşturun; ama dikkatli olun. Bu balık ölümleri, pek hayra alamet değil. Hatta insanların yeni ve ölümcül bir hilesiyle daha karşı karşıya olabiliriz.” Levrekler söze girdi, “Biz sürümüze haber verelim. Uzun yoldan gelenler ne duymuş, insanlara dair izler görmüşler mi, soralım.” Başını yavaşça sallayarak onayladı orfoz. “Ve ben de açık sulara gideceğim. Derin su sakinleri içinde, göçebe olan türlerle bir konuşurum. Burada,” dedi, yüzgeciyle bir on metre kadar ilerdeki eski, kadim bir kaya parçasını göstererek, “akıntının güçlenmeye başladığı kısımda, kız balıklarının, ahtapotların ve yaşlı bir mürenin olduğu dev kayanın hemen üstünde buluşalım. Tam elli uyku sonra…”
Deniz canlıları pek konuşkan değildir; çenesi düşük, dedikoducu makaslar, ruh hastası, dansa ve şova meraklı ahtapotlar, tez canlı levrek yavruları ve kafa göz girişmeden önce küfür eden, bölgeci kerpeler dışında… Bu balıklar da orfozun planına, yine sadece kafa sallayarak cevap verdiler. Ardından herkes başını kendi yolunun doğrultusuna çevirdi ve organize bir şekilde uzaklaşmaya başladı.
Buluşma Günü
Elli kez uyku uyudular, elli kez rüya gördüler…
Buluşma yerine en son orfoz, tam da elli birinci günün ortasında geldi. Levrekler ve diğerleri orfozu görür görmez, istemsizce kayadan bir miktar uzaklaştılar. Orfoz kilo vermiş ve bitkin görünüyordu, üstelik karnının aç olduğu vahşi bakışlarından anlaşılıyordu. Yine de ilk söze o başladı: “Merhaba, siz sözüne sadık kalanlar ve buraya kadar ulaşabilenler! Uzun yollar kat ettim. Dev camgözlerle, yunuslarla ve bir adet fok balığıyla konuştum.” Yutkundu. Sonra birden, aklına bir şey gelmiş gibi, gözlerini uzağa çevirdi. Güçlü bir kuyruk darbesiyle, bir ok gibi fırladı. Bir dakika sonra yerine geldiğinde, son lokmasını çiğniyordu.
“Pardon, şu geçtiğimiz sıradışı süreç boyunca düzenli beslenemedim. Şimdi daha iyi… Pekala, dediğim gibi, derin su sakinleriyle görüştüm. Birkaç insan aracı dışında, insanlarla hiçbir temasları olmamış. Karşılaştıkları araçlardan önce korkmuşlar; ama sonra aynı bizim gibi bu araçların boş, insansız bir şekilde ve deniz akıntıları ve rüzgar etkisiyle sürüklendiğini fark etmişler.”
Levrekler, birbirlerinin etrafında dolanıp, birbirlerinin lafını keserek, heyecanla sohbete katıldı: “Sürüyle konuştuk. Büyük levrekler de dahil buna. Hiçbiri insan görmemiş. Sizi temin ederim ki sayın orfoz, bizim abilerimiz de oldukça derin sularda geziyorlar. Farklı yerlere giden bir sürü levreğe sorduk, insanlar hiçbir yerde yoklar!”
Bu sözlerin ardından hem orfoz, hem de levrekler sığ sularda yaşayan melanurlara döndü. Sayılarının, ilk buluşmadakinin yarısından daha az olduğunu da o anda fark ettiler. Geriye kalan melanurların bir kısmı bitkin görünüyordu. Bazı melanurlarınsa istemsizce kuyruklarını titrettiklerini gördüler. Melanurlardan, daha sağlam gözükeni söze girdi: “Sığ suları gezdik. Hepimiz, tüm ekip…” Etrafına baktı ve devam etti, “Geriye sadece bizler kaldık. Gördüğünüz gibi, içimizden bazıları hasta ve onlara ne olacağını bilmiyoruz.”
“Kıyılar, sığ sular… Ölü, yaşamsız. Balık cesetlerinin pek çoğu kıyıya vurmuş durumda, o yüzden ne kadar çok ölüm olduğunu anlamamışız. Ve insanlar… Onlar da ölü! Kimi parça parça, kimi balıklar tarafından yenmiş, kimiyse tek parça. Kıyıda, akıntıdan ve rüzgardan yavaşça sürüklenirken, dalgaların etkisiyle birbirine çarpıp duran, bir sürü farklı türde balık ve insan leşleri bir arada.”
“Suyun üzeri,” dedi hasta melanurlardan biri, “daha önce hiç görmediğimiz kadar kirli. Büyük bir şey olmuş. Belki karada, belki de gökyüzünde. Suya dökülen bu zehirli pislik her neyse, bizi hasta etti, yarımızı kısa sürede öldürdü. Geriye kalanların da zamanı kısıtlı görünüyor.” Öksürdü, bir balık nasıl öksürebilirse, öyle. Onu izleyen balıklar, ağzından çıkan minik, hafifçe ışıma yapan baloncuklara bakakaldılar. Minik, gölgeli yüzleri, bir an bu kısa süreli ışımanın etkisiyle şekilden şekle girdi. “Kıyılarda hayat tamamen bitmiş. Eğer bu zehir yayılırsa, yakında tüm denizlerdeki yaşam ölecek.”
Bunu izleyen sessizlik ve idrak anını takiben, tüm balıklar aynı anda konuşmaya başladılar. Panik havası, etrafa dalga dalga yayıldı. İnsanların yaşam alanında olan şey her neyse, etkisi denizleri de mi vuruyordu? Ne kadar süreleri vardı? Nereye gidebilirlerdi?
Sessizliğini koruyan orfoz, bir süre daha bekledi. Sonra yavaşça kocaman ağzını açtı; bilerek ve isteyerek, dişleri meydanda, yavaşça esnedi. Bir anda ortaya çıkan ölümcül bıçakların, o bıçakların çevrelediği dipsiz ve karanlık boşluğun getirdiği dehşet, etkisini anında göstermişti. Sessizlik, sözcükleri bir sualtı girdabı gibi vakumladı, yok etti. “İnsanlar,” dedi orfoz yavaşça, “gittiyse, her şey düzelecek demektir. Sadece denizlerin zamana ihtiyacı olabilir, hepsi bu. Sizler, sığ su balıkları, olabildiğince derinlere çekilmenizi öneririm. Kıyıları bir süre kendi haline bırakacağız. Rüzgar ve dalgalar ve hatta doğanın diğer gizemli güçleri kıyı bölgelerini hızla temizleyecektir.” Bu sözlere bir itiraz gelmedi; ama bunun sebebi, hiçbirinde itiraz edebilecek kadar bile moral kalmamış olmasıydı.
Aslında orfozun da canı iyice sıkılmıştı ama belli etmedi. Tam veda ederken, aklına bir fikir geldi: “Gelişmelerden haberimiz olabilmesi için, bu buluşmaları tekrarlayalım. Her yüz uykuda bir ve yine bu kayanın dibinde buluşalım. Gelebilen gelsin.” Sessiz ya da kısık sesli onaylar birbirini izledi. Orfoz, yüz uyku sonra burada şimdikinden çok daha büyük bir kalabalık olacağından emindi.
Moralleri bozulmuş balıklar yavaşça dağılıyordu. Levreklerden küçük ve cesur olanı, orfoza döndü, güümseyerek: “Yüz uyku sonra görüşmek üzere sevgili orfoz!” Orfoz, bu içten sözlere yine sevgi dolu bir içtenlikle cevap verdi, “Yüz uykudan önce karşıma çıkmayasınız levrekler, sizi buraya midemde getirmek istemem!” Bunu söyledikten sonra hızla döndü ve sert bir silkinişle levrekleri onlarca metre geride bıraktı. Böylece birbirlerine bakan levrekler, orfozun kendi kendine güldüğünü fark etmediler.
Yüz Uyku Uyundu
Yüz uykuda anladılar gerçekten bir şeylerin değiştiğini. Nedenini bilemeseler de, etkilerini hissetmişlerdi. İnsan ırkının doğaya yaptığı son bir kötülük, kendi sonunu da getirmiş, çıkan büyük, küresel savaş sonrası nüfusun büyük bir kısmı ve teknolojinin, yapay enerji kaynaklarının neredeyse tamamı yok olmuştu. Kalan nüfus hızla azalmaya devam etmişti, ne de olsa eski çağlarda değildiler ve modern çağdan, karanlık çağa doğru gerçekleşen bu ani geçişe adapte olamadılar. En azından uzun bir süre boyunca. Tabi balıklar tüm bunlardan habersizdi. Onlar balıktı; ve balık olmak bazı şeylerin bilinmesi, uygulanması, diğer tüm şeylerin de kendi haline bırakılmasını gerektirirdi.
Tam yüz uyku sonra, yüz birinci günde görüştüler. Herkesin morali düzelmişti, hatta eskisinden bile iyiydi diyebiliriz. Temizlenen kıyıların, bomboş sürüklenen, artık üstlerinde yengeçlerin, ahtapotların ve hatta fok ve ayı balıklarının yaşadığı insan araçlarının haberlerini aldılar. Kıyılar hızla temizleniyor, henüz yüz gün olmasına rağmen, suyun ve hatta dışarıdaki havanın temizliğindeki, kalitesindeki artış net bir şekilde hissediliyordu.
O ilk yüz günün sonunda birbirlerine anlattıkları hikayelerin ve sohbetten aldıkları muhteşem keyfin etkisiyle o bölgenin kıyı balıkları, levrekler ve sayın orfoz abileri, her yüz günde bir buluşmaya söz vererek ayrıldılar. İnsanların gidişi, aynı zamanda bu sıra dışı ve kendiliğinden gelişen birlikteliğin ve dostluğun da başlangıcı olmuştu.