Öykü

Ne De İyi Bir İnsandı!

Yazar: Eren Kasapoğlu
Tarih: Ocak 2018

Doğduğu gün doktor kıçına şaplağı attığında, bağırmadı gürültü olmasın diye. Usul usul ağladı, yaşadığını ispatladı.

Çok emmedi annesinden. Canını yakmaya kıyamadı. Gece uykusu bitiyordu ama çaktırmadı, bir tek gazı geldiğinde, onda da mecburiyetten ağlıyordu. Onun yerine gülmeyi tercih etti. Gamzeleri kaslandı, ağzı genişledi.

Arkadaşları ile oynadığı oyunların çoğunu kaybetti, kazansınlar diye. Bilgisayar oyunlarında çok iyiyken, arkadaşlarına karşı oynadığı oyunlarda bu kadar kötü olmasını garipsiyor olsalar da kimse bundan bahsetmedi. Yakar topta hep kötüydü, futbolda hiç forvet olmadı, baskette potayı tutturamadı. Susadıklarında, acıktıklarında ya da canları oyuncakları ile oynamak istediğinde, üşenmeden eve gitti, ne istiyorlarsa aldı, getirdi onlara.

Okulda sayıları çok rahat topluyor ama onları çarpıp, bölemiyordu. Aklı ermediğinden değil, sakince toplamak varken çarpmaya, bir arada durmaları varken bölmeye kıyamadığından. Osmanlı’nın başarıları ile geçti tarih dersini, iyi bildiği halde, hocası üzülmesin diye yenilgilerini, kayıplarını yazamadı.

Çok tokat yedi, kovalandı, parası alındı, ara sıra da dövüldü. Elbette ki kıyamazdı vurmaya. Neden insanlar, diğer insanlara karşı bu şekilde davranıyor, çok düşündü ama anlayamadı. Anlamak istedi, psikoloji okumayı kendine hedef edindi. Ergenlik dönemi bu olaylar ve düşüncelerle, vücudunda patlayan kimyasal fırtınaları dizginleyen, dingin bir ruh haliyle geçti. Sivilceleri bile çıkmaya gerek görmediler.

Kız arkadaşlarını hep çok ama çok sevdi, zaten ikincisi ile evlendi. Birincisinin onu neden aldattığını ya da neden terk ettiğini çok düşündüyse de bir türlü anlayamadı. Bir kez arayıp sormayı denedi; ama kız yüzüne telefonu kapattı. Tekrar aramadı. Üstelik bir de kızdı kendine, o telefonu açarak kızı üzmüştü! Bir mesaj ile kibarca özür diledi, güzel temenniler yazdı. Kız arkadaşı ile ayrıldığı dönemde askerliğini yapıyordu. Her zaman gülümseyen yüzünün solduğunu gören komutanı nedenini sorduğunda, kendini biraz hasta hissettiğini söyledi. Komutanını ya da devrelerini kendi özel sıkıntıları ile üzmek istemedi.

Seçimlerde hep kendi partisine oy verirken, bir keresinde karşılaştığı ve kendisinden oy isteyen parti görevlisinin samimi bakışlarına dayanamadığı için, rakip parti lehine oy kullandı. Fakat bu sefer de seçim yarışını kazanamamış olan kendi partisinin üzüntüsüne dayanamayınca, bir daha oy kullanmama kararı aldı. Gidip en düşük oy oranına sahip olduğunu tahmin ettiği partilere verdi oyunu…

Psikolog olduktan sonra kendisine teklif edilen ilk teklifi geri çevirdi. Bağımlılıkla ilgili bir hastanede çalışmasını istiyorlardı. Bağımlılara, ondan bağımlı oldukları şeyi istediklerinde, kıramayıp vereceğini düşündüğünden kabul edemedi. Teklifi veren ve aynı zamanda eski hocası olan profesör üzülmesin diye, orası için en uygun olduğunu düşündüğü arkadaşları ile konuşup, birini ayarlamayı başardı. Kendi muayenehanesini açtı.

Bir kez araba kazası yaptı. Kendisine arkadan çarpan şoförü de yanına alıp, soluğu oto sanayide aldı. Araçları hemen yaptırıp, her iki aracın masrafını da ödedi; hatta araçları beklerken güzel bir de yemek ısmarladı. Karşısındaki adam, ilk başta ettiği küfürler için özür dileyince, “Ben de hak etmişimdir elbet, takdir-i ilahi”, dedi; gönlünü aldı.

İki çocuğu oldu. Çocukları kendi gibi değildi; her şeyi istiyorlar, sayıları topladıklarından daha hızlı bir şekilde çarpıyorlardı. Neyse ki eşi devreye girdi. Onunla konuşup, ikna ettikten sonra, evdeki otorite figürünün o olmasına karar verdiler ve ev içinde kendince bir denge de sağladı. Yine de eşi olmadığı anlardan faydalanan ufaklıklar, ara sıra olmadık şeyler aldırıyor ve bunları gören eşinin tansiyonu bir çıkıp – bir iniyordu. Kocasının huyunu bildiği için, böyle durumlarda asla kavga etmeden, güzel güzel konuştu, çocukları hafifçe haşladı, konuyu kapattı.

Yaşlılığı da sorunsuzdu. Tansiyonu oynadığında ya da şekeri inip çıktığında, kimseyi meşgul etmemek için, ilaçlarından ikişer, üçer kutu alır, evin en çok bulunduğu kısımlarında, en kolay ulaşabileceği yerlere yerleştirirdi. Gözlüğünü kimseye aratmamak için, üzerine uzaktan komut verebileceği minik bir alarm taktırmıştı. Ekmeğini, gazetesini hep kendi gider alırdı.

Ölüm döşeğinde yatıyordu. Doktorlar geldi – gitti, ailesine kibarca “Pili bitti”, dediler. Fakat bir türlü ölmüyordu. İki ay hastane odasında, görünmeyen, incecik bir iplikle tutundu hayata. Bir gün büyük kızı, kardeşine “Artık karşılamakta zorlanıyoruz masrafları” derken, yaşlı kulaklarının pas tutmayan bir köşesi havada yakaladı kelimeleri. O an tutunduğu hayatı bıraktı. Kardeşi kendisine cevap vermeden önce, tek ve uzun “biip” sesini duydu büyük kız. Gözyaşları ve gülümsemeyle, son kez şaşırdı babasına.

Öldü.

Kendi cenazesinin kalabalıklığını görünce içi gururla ve mutlulukla doldu. Çok insan vardı, çok… Çocukluğundan, gençliğinden, askerlik döneminden tanıdığı neredeyse herkes oradaydı. Hastalarını gördü, belki hepsini. Araba kazası yaptığı adam eşi ve çocukları ile birlikte oradaydı. Eski sevgilisi bile gazete ilanından görünce, hem camiye, hem mezarlığa geldi. Çoğunda o sessiz, onu düşünmenin verdiği tebessüm, böyle bir insana temas etmenin güzelliği, göz pınarlarından akan cila ile parıldıyordu. Omuzdan omuza taşındı cenazesi, sessizce ve saygıyla.

Ve ebedi istirahatgâhında dinlenmeye geçti. Ses çıkarmadı, yer kaplamadı. Kırılacak, incinecek kimse yoktu artık. Bir tek sayılar… Hâlâ çarpamıyordu onları. Bir tebessüm ile yavaş yavaş toplamaya başladı; vakti boldu nasıl olsa.