Deneme

Bir Kuple Paylaşım

Yazar: Eren Kasapoğlu
Görsel: Eren Kasapoğlu
Tarih: 17 Mayıs 2019

Derler ki: “Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz.” Enerji hep oradadır, yalnızca biçim değiştirir. Taşı bırakırsınız, potansiyel enerjisi kinetik enerjiye dönüşür. Elektrik enerjisi ısıya, ısı enerjisi ışığa dönüşür.

Peki ya hayatlar? Yaşanmışlıklar, tecrübeler, anılar? Bir nefeslik ömrün bir’i tükendiğinde, tüm bu değerlere ne olur?

Galip Tekin’in çizgi roman atölyesinde eğitim görüyordum. Bir dersinde elini gösterip, “El,” demişti, “tuttuğu cismin şeklini alır.” Sonra kahve fincanına sardığı elini tekrar havaya kaldırarak, “Elimde bir fincan var ve dolayısı ile elim bir fincan şeklinde. El çizerken bunu hep aklınızda tutun.”

Sadece el mi? Elbette ki genelleyebiliriz. Ana fikri bir kere kapmak yeterli. Nasıl bir bilgi, nasıl bir tecrübe… Ve belki kulaktan kulağa dolaşan, belki kitaplarda yazmayan bir kuple paylaşım; müthiş bir kıymet.

Galip Hoca aklından hemen hemen her şeyi çizebildiğini söylerdi. Hayvanları, araçları, eşyaları… “Hocam hafızanız çok iyi o zaman.” Dedik, “Yoo…” dedi, “Zamanında her şeyi tekrar ve tekrar o kadar çok kez çizdim ki… Artık ezberimde hepsi. Şimdiki gibi internet de yoktu, kitaplardan, gazetelerden, arkadaşların çizimlerinden bakardık.”

Bir ders sonrası akşam üstü Taksim’deki Riddim’e gittik. O zamanlar Galip Hoca Riddim’in ortaklarından. Önce içeriye girdik, mekânı gezdik biraz. Muazzam bir yerdi. Sonra, “Size odamı göstereyim.” dedi. Kattı bizi arkasına, mekândan çıkar gibi yapıp, girişin az gerisinde bulunan bir kapıdan içeri buyur etti.

O odayı nasıl anlatabilirim, nasıl ifade edebilirim gerçekten çok zor. Bir kere küçük, küçücük bir oda. Üç – dört metrekare. Girişte bir ışık düğmesi yok. Odadaki ışık kaynağı, masanın üzerindeki mütevazi çalışma lambası. Küçücük odanın duvarları bel hizasından başlayarak, boşluksuz, onun çizimleriyle dolu. İç içe geçmiş, farklı zamanlara, farklı kalemlere ait; kimisi bir dergi sayısından alınma, kimisi belli ki odada çizilmiş ve hiçbir zaman odadan dışarı çıkmamış…

Oda bu hali ile bir açık oturum, her çizim kendi hikâyesini anlatıyor. Hep bir ağızdan konuşup duruyorlar; bir ses cümbüşü ki sorma gitsin. İnsan neye odaklanacağını şaşırıyor. Odadaki enerji, yaşanmışlık hissi kurumuş kâğıdın, mürekkebin kokusu ile artmış. Resmen anıların, tecrübenin kokusunu alıyorsunuz. Ve o lambanın ışığı; loş ama hedef aldığı çalışma masasının üstünü aydınlık tutan ve etrafı giderek gölgelendiren, belki de odanın enerjisini çizerin ruhuna, yüreğine ve oradan da kalemine aktaran bir tür dönüştürücü.

Hayranlık ve kıskançlıkla terk-i diyar eyledik. Bedenler dışarıda kaldı, akıllar o odada…

Galip Hoca yok artık. Eşsiz zihninin derinlerine kimsenin ulaşabildiğini sanmıyorum; ama tüm hayatı boyunca sahip olduğu o kadar tecrübe, bilgi, hatıralar, hikâyeler… Hepsi belki de biz öğrencilerine geçti. Bir kısmı havaya karıştı, belki toprağa, börtü böceğe eğlenceli seyirlik yeni bir dizi oldu. Belki.

Bildiğim tek şey öyle bir insanı tanımak, ondan bir şeyler öğrenmek ve belki bu satırlarla ifade etmek bile, aslında farklı bir enerjinin dönüşümü. Kaynağından etrafa gittikçe yayılan, yeni zihinlere, yüreklere ve kalemlere, oradan da kâğıda bulaşan bir enerji.

Hiçbir zaman onun çizimlerindeki gölgelerin arasında saklı olan “şeyleri” bilemeyecek olsak bile, bu enerjiyi kullanıp kendi dolabımızın altındaki, kapımızın arkasındaki, zihin bahçemizde ışığın ulaşamadığı o en dip noktadaki gölgeleri anlatabiliriz. Kendimize ve enerjiyi dönüştüreceğimiz ve yayabileceğimiz tüm yüreklere: Bir kuple paylaşım.